5 Şubat 2014 Çarşamba

SANIRIM OYUNUN KURALINI BİLEMEDİM BEN ...

Brezilyalı şarkıcı Paolinho, insanı kalbinden yakalayan Vida e Bonita şarkısında, 'Hayat güzeldir güzeldir... keder ve neşeyle doludur ama, yine de güzeldir... Mutlu olmayı isterken utanma...' diyor.

Kadın-erkek ilişkisindeki anahtar kelimeyi yakalıyorum şarkıyı dinlerken, sihirli kelime bu işte: İSTEMEK ... Hayattan, yoluna çıkanlardan, hayatına girenlerden seni mutlu etmelerini istemek ... Ben istemeyi bilmedim işte, sorun burada; elli yaşıma merdiven dayadığım şu günlerde bulduğum mutluluğun anahtarına acı acı bakıyorum; bu zamana kadar bilemedim, istemedim, isteyemedim işte ... İstemekten utandım, bunu kendime yakıştıramadım, belki kendimi buna değer görmedim ya da gereğinden fazla alçakgönüllü davrandım. Kimseden beni mutlu etmesini isteyemedim, sadece bekledim; herkese sonsuzca verdim ve kimseden bir şey isteyemedim. İngilizlerin bir atasözü vardır; 'Fazla mütevazı davranmayın, hizmetçi sanırlar.' diye; ben kapitalizmin satış oyunlarını, kadınlık numaralarını  bilemedim hiç ... İnsancıl davranışlarımı eşim de, ailesi de değersiz oluşuma yordu yıllar yılı ... Çocuklarımı babasız büyütmeyeceğime dair kendime verdiğim sözü tutarken geçen yıllarda, eşim ve ailesi tarafından küçümsendim, aşağılandım sürekli; beş paralık insanlar benden değerli oldu, çünkü onlar kadınlıklarını satmayı ve istemeyi biliyorlardı. Benim alçakgönüllülüğüm, alçaklıkla bir tutuldu ama ben hep eyvallahsız, minnetsiz olmayı yakıştırdım kişiliğime... Beni seven, bana değer veren, beni mutlu etmek için çaba gösterir, öyle değil mi; beni mutlu et, bana değer ver, diye tepinmek, oyunlar kurmak bana yakışmaz ...

İsteyememenin çocukluktan gelen nedenleri de var elbette. Ben ve üç kızkardeşim, babamızın prensesi, annemizin nazlı kızları değildik. Doğu'dan Ankara'ya göç etmiş ekmek kavgasında, yarımakıllı bir babanın üçüncü kızıydım. Annem beni düşürmek için iğneler vurdurmuş, ağır şeyler kaldırmış... Ben hayata tutunmuş, düşmemişim ama düşmem için annemin gösterdiği  çabaların sonucu olsa gerek, doğduktan sonra hayata tutunmak, yaşamak için çok ama çok mücadele etmişim. Babamın taktığı küçültücü lakaplarımız vardı; ablamlar Kara ve Saratmış idi; benim lakabımsa hep hasta olduğum için Hillik ... İnternetten sözlük anlamına bakıyorum, hillik çoban kepeneğine, bir de eski giysilere deniyormuş; belki yerel ağızda hasta anlamı da vardır.  Çocukluğumu hastane odalarında hatırlıyorum hep; okula yazılıncaya kadar dört kere zatürre, üç kere de böbrek iltihabından Altındağ Zübeyde Hanım Çocuk Hastanesine yattım. Annemin götürdüğü bir doktorun, kalbinde delik var, ameliyat etmemiz gerek; altımı ıslattığım için bir başkasının, belinden su almam lazım, dediklerini; komşuların da, anneme, gece altımı ıslatmamı önlemek için bana fare eti yedirmesi gerektiğini söylediklerini hatırlıyorum. Benim annem devlet gibi kadın; Hükumet Kadın, öyle kolay yutulur lokma değil, kızından belli değil mi; ne belimden su aldırıyor, ne kalbimden ameliyata yanaşıyor, ne de bana kıyıp fare eti yediriyor. Taaaaa ergenliğe kadar altımı ıslatıyorum, sabırla bezlerimi yıkıyor; kalbim ise arada tık ediyor ama kabahat bende; doktor, strese bağlı kalp romatizması var, kendini koruman lazım, diyor; diyor ben kaşınıyorum, bela nerde onu buluyorum. Taşıyabileceğimden çok fazla yük ve sorumluluğun altına giriyorum hep, bir de vatan, millet, Sakarya, koşturup duruyorum. ...

Arada Serkan'a ve ailesine,  cılız seslerle benim farkıma varmaları, beni mutlu etmeleri gerektiği babında beceriksiz çabalarım oldu ama mutlu edilmeye değer bulunmadım belli ki; dolap beygiri gibi egolarının çevresinde dönüp duran, kahredici bencilliklerini doyurmak için debelenen o zavallılar, kendilerini dev aynasında görmeye devam ettiler. Onlar, iflah olmaz sevgisizdi; asla İNSAN olamayacak, ait oldukları seviyede debelenip, kendilerini yaşıyor sanacaklardı. Hayvanların zeka düzeyleri iki buçuk yaş; onlar kendilerine sevgi ve emek verenlerin değerini biliyorlar; Serkan ve ailesi bu düzeyden daha aşağıda ve mutlu olmaya devam edebilirler; onlarla ilişkimi kestim artık; benden uzak, Allah'a yakın olsunlar bundan böyle ... Kendimde gördüğüm tek hata, bu insanlara gereğinden fazla değer vermek, tahammül etmek ve kendi değerimin farkında olmamak ... Hani bir söz var; fazla değer, başını yere eğer!!! başının dik olmasını istiyorsan, hayatındaki insanlara ederi kadar değer vereceksin. Eşeğe fazla değer verirsen, kendini yarış atı sanır ... Bir kez daha bana GEÇMİŞLER OLSUN ... 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder