26 Şubat 2014 Çarşamba

KOCA İYİ OLSAYDI ADI KONCA GÜL OLURDU

Ankara Telsizler'de lise ve üniversite yıllarım geçti. Apartmanımızda oturan İkbal Teyze sık sık bize oturmaya gelirdi. Aradan geçen otuz beş yıldan sonra İkbal Teyzenin sadece iki cümlesi kalmış aklımda: 'Kocayı koca koca taşlar altında kalsın.' ve 'Koca iyi olsaydı, adı konca gül olurdu .' O yıllarda gülüp geçtiğim bu sözlerin doğru olduğunu, bir ömrü, gençliğimi, güzelliğimi, hayallerimi akıl dengesi bozuk, kendine aşık bir adamı kazanma umuduyla ziyan ettiğim yirmi üç yıldan sonra anladım.

Altı yıl önce günlüğüme şunları yazmışım; al sana bir üzüntü sebebi daha; neden ayrılmak için bu kadar bekledin; NEYİ BEKLEDİN ????????

Birbirimizden beklentilerimizi en alt düzeye indirip devam etmeye çalışıyoruz işte ... O da çaba gösteriyor kendince; öfke patlamalarına dikkat ediyor ama ben yine de ateşkesin kısa bir süre olduğunu biliyorum, daha önceki durumlarda olduğu gibi ...

Neyse, Gökçe'nin hali içimi kıydı dün; lise giriş sınavına çalışmaktan öyle bunaldı ki, birden sinirleri boşaldı. Sanki başka biriydi dün... Boş, anlamsız gözlerle bakıyor; durmamacasına ağlıyordu.  Sorunlar, geleceğe güvensizlik, kazanamama korkusu bitirdi çocuğu. Lanet olsun bu sisteme !!! Çocuklarımızı kurban gibi önüne atıyoruz, içimiz parçalansa da çare yok; gözlerimizin önünde çocukluklarının, heveslerinin, umutlarının, hayallerinin, yaşama sevinçlerinin sönüp gitmesini seyrediyoruz. Akşama kadar ağladı, içindeki sıkıntıyı bir türlü atamadı dün.

Babasıyla yaşadığı iletişim ve anlaşılamama sorunları da büyük etken elbette, yaşadıklarının onu bu derece yıpratmasında. Babasının kendisiyle ilgili beklentilerine cevap veremediğini düşünüyor ve iyi bir okul kazanamazsa babası tarafından bakışlarla ve sözlerle kınanacağını, sürekli taciz edileceğini düşünüyor. Doğrusu Serkan, hiç de sağlıklı bir tutum göstermedi bu süreçte; Gökçe kaygılarında haklı. Arada ben yıpranıyorum. Sözlerini birbirlerine yumuşatarak söyleyip, uzlaştırmaya, aralarında köprü olmaya çalışıyorum fakat iki taraf da olumlu adım atmayı beceremiyor. Gökçe, zaten babasıyla bugüne kadar sınav dışında bir paylaşımları olmadığını, babasının kendisiyle ilişkisini kesmesinin bir kayıp olmadığını söylüyor. Serkan'ın ise, baba-kız ilişkisinin, iletişiminin nasıl olması gerektiği konusunda en ufak bir fikri yok. Benimle yaşadığı iletişim sorununu, güven vermeme durumunu Gökçe'yle de yaşıyor. Bütün çabalarıma rağmen, sevgi-saygı dolu bir aile ortamını sağlayamıyorum; hep gerginliği azaltmaya, ortamı yumuşatmaya çalışıyorum, bu çaba beni yıpratıyor, psikolojimi bozuyor ama sonuçta kimse kazanmıyor; herkesin kaybettiği bir düzen bizimki. Hayalimdeki aile bu değildi...

Serkan, bu zor günlerde bana destek olmak bir yana, adeta benim kocam değil, üçüncü çocuğum, huysuz, geçimsiz, en ufak bir sorumluluğu üstlenmekten kaçınan hayırsız evlat ... Destek olmasından, sorun çözmesinden geçtim, onun varlığı başlıbaşına sorun zaten. Her zaman olduğu gibi, hayatı kendine ait; istediği zaman arkadaşlarıyla eğlenmeye, balık tutmaya gider; evlendiğimiz ilk günden beri hürgeneral o ... Hayatımıza dahil olduğu zamanlarda ise talep eder, ister, eleştirir, kınar, aşağılar ... Gökçe ile akşam beş çaylarındayken mesaiden döndüğünde az hakaret etmedi bana; 'Sen nasıl annesin, kendi çocuğuna düşman mısın, bu kızın yeme ve yatma dışında bütün zamanını test çözmeyle geçirmesi gerekiyor. Sen oturmuş kızla çene çalarken kaç bin kişi sınavda onun önüne geçti,' diyerek. Onun mesai dönüşünün bizim dinlenme saatimize denk geldiğini, adı üstünde beş çayı olduğunu, sabahtan beri çalışıp yeni oturduğumuzu söylerdim her seferinde ama durum değişmedi; şimdi ben Gökçe'yle akşam çayındayken kapı çalınca, Gökçe  hemen odasına kapanıyor, babası test çözerken görsün diye.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder