5 Şubat 2014 Çarşamba

KOL KIRILIR YEN İÇİNDE, BAŞ KIRILIR YEMENİ İÇİNDE HA; BENCE HER ŞEY AÇIK AÇIK...

Biz kadınlara verilen hayat bilgisi dersinin en önemli cümlesidir, "Kol kırılır yen içinde, baş kırılır yemeni içinde..."  ya da "Kan kussan da kızılcık şerbeti içtim, diyeceksin ..." Kimse, bu kadının kolunu nasıl kırarsın; ya da  bu kadına nasıl kan kusturursun; gel bakayım buraya, demez ... Biz kadınlar susacağız, katlanacağız, bizi bu hale koyan erkeğimizi ele vermeyeceğiz; yapma yaaaaa !!!!!   Ağzımdan en galiz küfürler siz sayın erkek milleti haşmetmeaplarına, sadrazamın sol şeylerine dökülmek için beklerken, sizin çok ama çok yabancı olduğunuz kadın cinsine, yani naçizane bendeniz, kulunuz, kölenize ait 14 Aralık 2008 tarihli günlüğümü paylaşıyorum haddim olmayarak; bu arada Allahın bildiğini kuldan saklamayım, Başbakanın başka işi yok ya, beni, katli vaciptir, diye hedef gösterebilir, yine de söyleyim, rakı içiyorum, bunu paylaşma cesareti bulmak için ...

GÜNLÜĞÜMDEN

Bazen verdiğim kararın en doğrusu olup olmadığı konusunda kuşkuya düşüyorum. Acaba bugüne kadar yaptığım gibi Serkan'ı idare edebilir, çocukların yanında mutlu aile görüntüsü verebilir miydim, diye düşünüyorum. Sonra kabul ediyorum ki,  ikiyüzlü davranmak, kendime haksızlık etmek olur. Serkan'la konuşamamaktan, sorunları yok saymaktan, tartışamamaktan, beni incittiği zamanlar ona bağıramamaktan, acılarımı, özlemlerimi içime atıp yüreğim kan ağlarken dışarıya zoraki gülmekten, hep maskeli dolaşmaktan, bir türlü doğal olamamaktan; 'ben' olamamaktan, Serkan kavga çıkarmasın diye hep onun hoşuna gidecek şekilde davranmaktan, yine de öfkesinden ve hışmından kurtulamamaktan  çok ama çoooookkkkkkk yorulmuşum.

Evlendiğimizden bugüne tek kişilik dünyasında hiç bir sorumluluk kabul etmeden gönlünce yaşadığı, hayatın, çocukların bütün yükünü üstüme yıkıp, zevkin kucağında ömür tükettiğinin de hesabını sormayalım; yeter ki yanlışının kabul edilip, aile hayatına gireceğinin sözü verilsin!!!... Yıllardır hep bu ümitle, Serkan'ı ailemize kazandırma, 3+1'lik ailemizi dört dörtlük yapabilme ümidiyle yüklendim bütün sorumlulukları. Çocukları babaları yokmuş gibi tek başıma yetiştirirken, Serkan kah balıkta, kah içki sofralarındaydı ... Ayberk'in doğum sancılarını çekerken bile telefonla içki sofrasından çağırmıştım, hastaneye götürmesi için ... Bana yaşattığı acılar için sadece bir özür bekledim yıllar boyu.

Aramızdaki zoraki sürüklediğimiz karı koca bağını sona erdirmeye karar verdiğimi söylediğim zaman, asıl kendisinin benim tarafımdan yıllar yılı tacize, aşağılamaya uğradığını; benim, çocukları ona karşı zehirlediğimi, doldurduğumu; yıllarca bana katlandığı için kendisinin çok yüce bir insan olduğunu söyledi. İşte o zaman akışa karşı koymanın yararsızlığını gördüm. Serkan saplantılarından hiç bir zaman kurtulamayacaktı ve benim özverim,  hayatımı ertelemem, kadınlığımdan, sevme, sevilme ihtiyacımdan vazgeçmem, uğruna kendimi feda ettiğim ailemizi çözülmekten kurtaramayacaktı. Yaşanacak acılar varsa, bunun önüne kimse geçemezdi. Ben de tek başıma karşı koymaktan vazgeçip, kendimi ve kurmaya çalıştığım ailenin gidişini akışa bıraktım. Akıntıya karşı kürek çekmekten yoruldum, tükendim. İçinden şen kahkahaların çınladığı, sevgi ve saygının elle tutulurcasına hissedildiği bir yuva yaratmaya çalıştım yıllarca; Serkan'ın bu ailedeki rolüyle mutlu olmadığını görüyordum.  Çocuklarının büyüme aşamalarını görmeye balık tutmayı, arkadaşlarıyla içmeyi tercih etmesini anlayamadım bir türlü ... Pazartesinden itibaren beş günlüğüne görev için gidecekmiş; doğal olarak pazar gününü çocuklarıyla geçirmesi beklenir ama o, gece dörtte kalktı ve iki saatlik yola balık tutmaya gitti. Bu seçimini çocuklara nasıl makul gösterebileceğini sanıyor acaba? Ben, sözünü bile açmamışken, Gökçe'nin değerlendirmesi şöyleydi: "Babam dün dedeme benim yetiştirilmemde etkisi olmadığı için, beni sen yetiştirdiğin için, benim terbiyesiz olduğumu söylemişti. Madem öyle, kardeşimi niye senin ellerine bırakıyor, niye bırakıp gidiyor??? Bari onu kazanmaya, istediği gibi yetiştirmeye çalışsa ya ..."  Ne diyebilirim ki bu sözlerin üstüne !!!...

Serkan dün Gökçe'yle tartışırken, emeklerimizin boşa gittiğini, beklentilerimizi karşılamadığını, OKS sınavında iyi bir okul kazanamadığı için verdiklerimizi hak etmediğini söylediği zaman Gökçe, "Kendi adına konuş, annem öyle düşünmüyor..." demişti. Kızın bu sözü üzerine, "Annen sana ikiyüzlülük yapıyor, bana öyle söylemiyor." demez mi; ölür müsün öldürür müsün !!! Kız da ben de neye uğradığımızı şaşırdık. Gökçe'nin OKS sonucundan kendisinin de hoşnut olmadığını, telafi için lisede okul birincisi olmayı hedeflediğini, bunun için çalışmaya başladığını söyledim. Çocuklarıma verdiğim emeklerin karşılığını alamadığımı hiç bir zaman düşünmedim. Onlar öyle muhteşem varlıklar ki, tam tersine onlara layık olamadığım konusunda korkum oldu hep... Onlara, kendinden emin, ciddi, güvenilir, her ne olursa olsun dağ gibi arkalarında olacak bir baba veremediğim için hep karşılarında kendimi ezik hissettim ve açığı kapatamayacağımı bile bile iki kişilik ilgilendim, iki kişilik yanlarında oldum, iki kişilik kaygılandım, iki kişilik yoruldum, iki kişilik yıprandım ve yaşlandım. Çocukların arkasında aslan gibi babaları olmadı ama aslan gibi, dağ gibi anneleri oldu hep ...

Çocukların sanatçı yönlerini, sağlam karakterlerini benden aldıklarını kabul etmiyor, en ufak hatalarında bana saldırıyor Serkan. Gökçe'yle on üç yıllık ortak yaşantılarında hiç anı biriktirmemiş olmalarında benim suçum ne ? Hiç bir gün yüzeysel sohbetin dışına çıkıp, kızının ruhunu tanımayı denemedi. Kızının korkularını, hayallerini, çıkmazlarını anlatabileceği derin bir sohbet başlatamamış olmasının sorumlusu ben miyim ??? Gökçe'nin başarılarını, güzel yanlarını görmeyip, sürekli eleştirmesinde ve aşağılamasında benim rolüm ne ???

Bugünkü yürüyüşümüzde Gökçe şöyle dedi; "Babamınki de hemi elli hemi şöför mehelli..., Bizim sana çok düşkün olmamızı kabul edemiyor ama bize azıcık emek vererek senin kadar değer görmek, sevilmek istiyor." Ne yazık ki Serkan bu duygusunu çok belli ediyor. Çocukların kendisine sıcak davranmamasının onlar açısından geçerli sebepleri var. Bunları onlarla konuşmadan, "Çocukları bana karşı dolduruyorsun." diyerek vicdanını rahatlatması, hastalıklı bir kaçış. Ne yapsam da aralarındaki çözülmeye engel olamıyorum. Çocuklarda kendi doğruları dışında bir davranış gördüğünde öyle acımasızca eleştiriyor ki, onları kendinden uzaklaştırıyor. Onların kendinden farklı olabileceğini kabul etmiyor ve hayal kırıklığına uğradığını hissediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder