İki yıl önce Serkan'a bu kez kesin olarak ayrılmak istediğimi, Berke'nin lise giriş sınavı etkilenmesin diye çocuklara fark ettirmeden birlikte yaşamaya devam edeceğimi söylediğim zaman, önüne bir boşanma protokolü koymuştum; biz toplumda saygın bir yeri olan insanlarız, mahkemede kirli çamaşırları dökmek bize yakışmaz, aramızda anlaşalım, diyerek ... Protokolde, kendi adıma Serkan'dan ne nafaka ne de tazminat talebimin olmadığı, yalnızca çocukların adına İstanbul'da bir ev alması koşulu vardı. Serkan protokolü okudu, aceleye gerek yok, ben seni iyi tanıyorum, sonra vaz geçersin, dedi. O günden sonra ben tekrar boşanma konusunu açmadım, suyuna gidersem emeklilik ikramiyesini çarçur etmeden bir ev almaya razı edebilirim, diye düşündüm.
Manisa'da dertleştiğim öğretmen arkadaşım Ayşe bu konuda deneyimli, "Bak, ben seni iyi tanıyorum, gurur ayaklarına bu adamdan bir şey istemeyi kendine yakıştırmaz, ondan sonra sefillik içinde kıçüstü oturursun, beni dinle, mutlaka avukat tut, bu adama gençliğini, hayatını verdin, gururun yüzünden bundan sonraki hayatını yokluk içinde geçirme, geleceğini garantiye al..." dedi. Ben yine de bir zamanlar yokluğunda kokusunu içime çekerek, gömleğine sarılıp yattığım adamla, iki çocuğumun babasıyla paylaşım kavgası yapmayı kendime ve anılarıma yakıştıramadığım için Ayşe'nin sözlerini kulak arkası etmiş, Serkan'ın verdiğim protokolle boşanmaya razı olmasını beklemiştim. Benim konuyu yeniden açmadaki cesaretsizliğimi, boşanmaktan vaz geçtiğime yordu Serkan; oysa benim, onun hayatına dair endişelerim, korkularım vardı, o nedenle mahkemeye boşanma dilekçesini vermeyi erteliyor, onun yeni bir hayat kurarak, bu süreci kendine zarar vermeden kabullenmesini bekliyordum. On beş yıl önce Berke yeni doğmuş, arkadaşının karısıyla ilişkisini öğrenmişken ayrılmaya karar verdiğimde, kararımda ısrar edersem silahını beynine dayayıp, hiç çekinmeden tetiği çekeceğini söylemiş; ben ayrılma kararından vaz geçinceye dek açlık grevi yapıp üç gün yemeden içmeden gözümün önünde eriyip gitmişti. Beni ne kadar yaralasa da sonuçta çocuklarımın babası değil miydi; hatasından döner ümidiyle, bir kez daha denemeye razı olmuştum.
Aradan geçen on beş yıl içinde aynı tas aynı hamam, aynı cami aynı imam; Serkan narsizmin kucağında o heves senin bu heves benim, koşturup durmuş, bense ev işleri ve çocukların sorumluluğu derken, kadınlığımı, insanlığımı unutmuş, hep gelmeyecek baharı beklemiştim. Son defa ayrılma kararı verdiğim zaman, bunun son olduğunu ben biliyordum ama Serkan bilmiyordu.
Beş aydır İstanbul'da yeni bir hayat kurma mücadelesi veriyorum. Gücümün tükendiğini hissediyorum çoğu kez ama beni ayağa kaldıracak kişinin Serkan olmadığını biliyorum. Sanırım beni tüketen, Serkan'la iki yıldır kağıt üzerinde süren evliliği mahkeme aşamasına getirememek. Korkuyorum, kendine zarar vermesinden, bana zarar vermesinden korkuyorum. Yaşamayı çok sevmemden değil korkum; yirmi üç yıl süren evliliğim boyunca yaşadıklarımdan sonra hayat benim için mücadele etmeye değer değil, kolayca bırakıp giderim ama çocuklarımın bana ihtiyacı var, hayat çok puşt, kahpe, şerefsiz; onların ayakta kalmaları için desteğime, varlığıma ihtiyaçları var, itini köpeğini ezer geçerim ...
Geçen gün Manisa'dan dertleştiğim iki kişiden biri olan arkadaşımla telefonda konuştum; Serkan'ı gördüğünü söylüyor; "Eski halinden eser kalmamış, çok çökmüş, senin zamanındaki bakımlı, giysilerine dikkat eden adam gitmiş başka biri gelmiş; biraz daha bırak burnu iyice sürtülsün, senin kıymetini anlasın." diyor. İçimde merhamet uyanıyor, çocuklarımın babasının sefil olmasını istemiyorum; dimdik dursun, kendine yeni bir hayat kursun, gönlüne göre birini bulup evlensin, mutlu olsun istiyorum. Ondan koptuğumdan beri, ipinden kurtulmuş uçurtma gibiyim, onu yeniden hayatıma katmayı düşünmem bile, buna gücüm yetmez; başının çaresine baksın, beni sevemedi bir türlü, seveceği bir kadın bulsun ve kıymetini bilsin.
Nasuh Mahruki, Ulusal Kanal'da bir proğramda eşini belli bir standartta yaşatma görevi olduğunu, bunun için gerekirse yasadışı yollara sapabileceğini söylemişti. İçim acıyarak dinledim; Serkan, ev almak, eskiyen, artık bana ve çocuklara utanç veren eşyaları yenilemek konusundaki taleplerim karşısında beni tamahkarlıkla, gözüdoymazlıkla suçlamış; aç değilsiniz açıkta değilsiniz, daha ne istiyorsunuz, demişti hep. Çalışan bir kadın olarak evin bütün yükünü taşımaktan yorulup temizlikçi almak istediğimde beni yetersizlikle suçlamış, bari temizlikçiyi nüfusumuza geçirelim, bizde yatıp kalksın, diye benimle alay etmişti.
Serkan'ın bana karşı yirmi üç yıldır sürdürdüğü acımasızlığa karşı ben neden ayrılırken onu korumaya çalışıyorum; incinmemesi için sağlığımı, psikolojimi bozuyorum, cevabını bulamıyorum. Annemle dün telefonda konuşurken, onu koruyacağım derken kendime zarar verdiğimi, bana yaşattıklarının bedelini ödetmekten kaçınmamam gerektiğini söyledi. Yıllardan beri ilk defa o zaman düşündüm; Serkan bana yaşattığı bu kadar acıdan sonra hala kendi refahını ve rahatını düşünüyor, ben İstanbul'da asgari yaşam koşullarıyla ayakta kalma mücadelesi veriyorum, sanki evliliğin gereklerini yerine getirmeyen benim, sanki sadakatsizlik eden benim ...
Serkan'ın boşanma konusunda adım atmayışının nedenini de çözdüm sanırım, bir taraftan benim kendisine döneceğim ümidini taşıyorsa, bir taraftan da benden tazminatsız nafakasız kurtulma planları yapıyor. Benim bir erkekle ilişki kurmamı bekliyor; telefon ve internet takibiyle bunu kanıtlarsa bütün birikimi ve yüksek maaşıyla ferah feza yaşayabilir, beni de süründürerek intikamını alır. Galiba farkında değil, bizde genlerden geçen Amazonluk var; annem öyleydi, ben de Amazonum; biz erkeksiz hayatın hakkından gelmeyi biliriz ... Serkan'a hayatının Nisan Bir şakasını yapacağım. Nisanın birinde boşanma dilekçesini mahkemeye vereceğim; o bana yirmi üç yıl boyunca hep kötü şakalar yaptı; ben ona sadece bir şaka yapacağım ama yaşadıkça unutamayacağı bir şaka ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder