Eski hayatıma sünger çekip, yirmi üç yıllık evliliğimi bitirerek İstanbul'da yeni bir hayata başlayalı beş buçuk ay oldu. Geçmişin tortularını, hayal kırıklıklarını yüreğimden söküp atamadım hala ... İçimde dönüp duran, beni yiyip bitiren yazma isteğini susturmak için yazmaya başladım ama yazdıkça geçmişle hesaplaşmak, her nasılsa çocuklara güzel bir hayat vermek için koşuşturmaktan nasıl geçip gittiğinin farkına bile varmadığım o yıllara, unutuluşlara, ihanetlere, yalnızlıklara dönmek kolay olmadı benim için. Yazdıkça alt-üst oldum, içerek ruhumu yatıştırma ihtiyacı duydum. Bu defa da, acaba ben alkolik mi oluyorum, hayatımın ipleri elimden kayıyor mu... diye kaygılandım.
Geçmişle hesaplaşıp, Serkan'ın ve onunla boşa giden yıllarımın defterini dürmenin yanında günlük hayatla boğuşmam, onu da alt etmem lazım. Sabah yedi buçukta kalkıp, Berke'nin kahvaltısını hazırlamam, onu okula uğurlamam ve balkondan el sallamam gerek. Gökçe ve çok zaman bizde kalan arkadaşlarına, güler yüzlü, mutlu yüzümü göstermeliyim. Ailelerinden ayrı kalan o çocuklara her zaman gelebilecekleri sevgi dolu sıcak bir yuva vermek istiyorum. İstanbul'a yerleşmemin bir amacı da buymuş gibi hissediyorum; hepsi pırıl pırıl tertemiz çocuklar, onlara uzaktaki annelerinin sıcaklığını, koruyucu şefkatini vermek istiyorum. Evimiz okullarına çok uzak, buna rağmen bizde kalmayı tercih edip, sabah derse gitmek için erkenden kalkmayı göze almalarını seviyorum; bazen kendimi tükenmiş hissettiğimde, onları güler yüzlü, neşeli karşılamak için kendimi zorluyorum. Gökçe'nin geleceğine dair kaygıları, ümitsizliği var, onun neslindeki çoğu gençte olduğu gibi ... Gökçe'yi, bu günlerin geçeceğine, her şeyin çok daha güzel olacağına, mücadele ederek yaşanılası bir dünyayı kuracağımıza inandırmak için dil döküyorum. Onun hafızasında Persapolis filmi, Türkiye'nin o filmdeki hayata koşar adım yuvarlanıyor oluşu ... Belki de hippiler en doğrusunu yapıyor, değiştiremeyeceksen mücadele etmenin ne anlamı var, hiç değilse kendilerini uyuşturup, başka bir dünyada yaşıyorlar, diyor. Nihilizme saplanması korkutuyor beni; kendi çıkarları için ülkeyi Ortaçağ'ın karanlığına sürükleyenlere karşı çaresizlik hissetmedim hiç bir zaman, çocuklarımızın ümitsizliği beni kahrediyor, lanet olsun, diyorum onları bu hale getirenlere ... Kızıma, bak John Lennon nihilizme, uyuşturucuya sığınmadı, Yoko Ono ile iki kişilik bir emperyalizmle mücadele timi kurdu, şerefsizlerin anasını ağlattı, diyorum. Ama onu öldürdüler, diyor; teslim olup böcek gibi yaşamaktansa ölmeyi seçti o; aynı seçim sana dayatılsaydı hangisini seçerdin, diye soruyorum, kafasında evirip çeviriyor, cevap veremiyor bir türlü. Beni kızıma bu soruyu sormak zorunda bırakan, on iki yıldır ışığımızı, güneşimizi kesen, bununla da yetinmeyip demokrasi diye diye kadınları sosyal hayattan alıp, din adı altında örtüye, kara çarşafa sokarak eve hapsetmeye çalışanlara lanet ediyorum. Gökçe, otobüste okuluna giderken takkeli, çember sakallı adamların, türbanlı, çarşaflı kadınların sürekli arttığını, korktuğunu söylüyor. Onların istedikleri gibi giyinebileceklerini ama o şekilde giyinerek bizler üzerinde baskı kurmaya hakları olduğu zannını onlara bu hükumetin verdiğini, hükumetlerin gelip geçici olduğunu, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı bu hükumetin sonunun geldiğini söylüyorum, inanmıyor, yüreğindeki korku ve endişeyi gideremiyorum.
İstanbul'da kendime yeni bir hayat kurmanın mücadelesini verirken, bir de çocuklarımıza yeni bir dünya kurmanın mücadelesini veriyorum. Nerde eylem nerde etkinlik, koşturup duruyorum. Partim çürümüş sistemle mücadele etmek ve güzel bir dünya kurmak için inandığım, güvendiğim tek mevzi; partimden güç alıyorum, var gücümle partime destek olmaya çalışıyorum. Dünya şu haliyle çocuklarımız için yaşamaya değer değil, pamuk ipliğiyle bağlılar hayata; böyle giderse, kızım ve arkadaşlarını gözlemleyerek vardığım sonuç, felaket ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder