26 Şubat 2014 Çarşamba

KOCA İYİ OLSAYDI ADI KONCA GÜL OLURDU

Ankara Telsizler'de lise ve üniversite yıllarım geçti. Apartmanımızda oturan İkbal Teyze sık sık bize oturmaya gelirdi. Aradan geçen otuz beş yıldan sonra İkbal Teyzenin sadece iki cümlesi kalmış aklımda: 'Kocayı koca koca taşlar altında kalsın.' ve 'Koca iyi olsaydı, adı konca gül olurdu .' O yıllarda gülüp geçtiğim bu sözlerin doğru olduğunu, bir ömrü, gençliğimi, güzelliğimi, hayallerimi akıl dengesi bozuk, kendine aşık bir adamı kazanma umuduyla ziyan ettiğim yirmi üç yıldan sonra anladım.

Altı yıl önce günlüğüme şunları yazmışım; al sana bir üzüntü sebebi daha; neden ayrılmak için bu kadar bekledin; NEYİ BEKLEDİN ????????

Birbirimizden beklentilerimizi en alt düzeye indirip devam etmeye çalışıyoruz işte ... O da çaba gösteriyor kendince; öfke patlamalarına dikkat ediyor ama ben yine de ateşkesin kısa bir süre olduğunu biliyorum, daha önceki durumlarda olduğu gibi ...

Neyse, Gökçe'nin hali içimi kıydı dün; lise giriş sınavına çalışmaktan öyle bunaldı ki, birden sinirleri boşaldı. Sanki başka biriydi dün... Boş, anlamsız gözlerle bakıyor; durmamacasına ağlıyordu.  Sorunlar, geleceğe güvensizlik, kazanamama korkusu bitirdi çocuğu. Lanet olsun bu sisteme !!! Çocuklarımızı kurban gibi önüne atıyoruz, içimiz parçalansa da çare yok; gözlerimizin önünde çocukluklarının, heveslerinin, umutlarının, hayallerinin, yaşama sevinçlerinin sönüp gitmesini seyrediyoruz. Akşama kadar ağladı, içindeki sıkıntıyı bir türlü atamadı dün.

Babasıyla yaşadığı iletişim ve anlaşılamama sorunları da büyük etken elbette, yaşadıklarının onu bu derece yıpratmasında. Babasının kendisiyle ilgili beklentilerine cevap veremediğini düşünüyor ve iyi bir okul kazanamazsa babası tarafından bakışlarla ve sözlerle kınanacağını, sürekli taciz edileceğini düşünüyor. Doğrusu Serkan, hiç de sağlıklı bir tutum göstermedi bu süreçte; Gökçe kaygılarında haklı. Arada ben yıpranıyorum. Sözlerini birbirlerine yumuşatarak söyleyip, uzlaştırmaya, aralarında köprü olmaya çalışıyorum fakat iki taraf da olumlu adım atmayı beceremiyor. Gökçe, zaten babasıyla bugüne kadar sınav dışında bir paylaşımları olmadığını, babasının kendisiyle ilişkisini kesmesinin bir kayıp olmadığını söylüyor. Serkan'ın ise, baba-kız ilişkisinin, iletişiminin nasıl olması gerektiği konusunda en ufak bir fikri yok. Benimle yaşadığı iletişim sorununu, güven vermeme durumunu Gökçe'yle de yaşıyor. Bütün çabalarıma rağmen, sevgi-saygı dolu bir aile ortamını sağlayamıyorum; hep gerginliği azaltmaya, ortamı yumuşatmaya çalışıyorum, bu çaba beni yıpratıyor, psikolojimi bozuyor ama sonuçta kimse kazanmıyor; herkesin kaybettiği bir düzen bizimki. Hayalimdeki aile bu değildi...

Serkan, bu zor günlerde bana destek olmak bir yana, adeta benim kocam değil, üçüncü çocuğum, huysuz, geçimsiz, en ufak bir sorumluluğu üstlenmekten kaçınan hayırsız evlat ... Destek olmasından, sorun çözmesinden geçtim, onun varlığı başlıbaşına sorun zaten. Her zaman olduğu gibi, hayatı kendine ait; istediği zaman arkadaşlarıyla eğlenmeye, balık tutmaya gider; evlendiğimiz ilk günden beri hürgeneral o ... Hayatımıza dahil olduğu zamanlarda ise talep eder, ister, eleştirir, kınar, aşağılar ... Gökçe ile akşam beş çaylarındayken mesaiden döndüğünde az hakaret etmedi bana; 'Sen nasıl annesin, kendi çocuğuna düşman mısın, bu kızın yeme ve yatma dışında bütün zamanını test çözmeyle geçirmesi gerekiyor. Sen oturmuş kızla çene çalarken kaç bin kişi sınavda onun önüne geçti,' diyerek. Onun mesai dönüşünün bizim dinlenme saatimize denk geldiğini, adı üstünde beş çayı olduğunu, sabahtan beri çalışıp yeni oturduğumuzu söylerdim her seferinde ama durum değişmedi; şimdi ben Gökçe'yle akşam çayındayken kapı çalınca, Gökçe  hemen odasına kapanıyor, babası test çözerken görsün diye.








GÜCÜNÜZ KADINLARA YETİYOR DEĞİL Mİ !!!

18 Şubat 2014 Salı günkü Aydınlık'ta 'Şiddet Gören Kadınların Öyküleri Kan Dondurdu' adlı haber, Türkiye'de kadının içler acısı halini bir kez daha ortaya koyuyor. Bir kez daha o kadınların hayat denilemeyecek hayatını, kurtuluş olarak gördükleri ölümlerini, töre adı altında infazlarını, kör kuyulara atılmalarını okuyor ve bize çok uzak bu hikayeleri anında unutup, günlük hayatın tatlı telaşlarına düşüyoruz. Topuklu ayakkabıları, mini etekleriyle o çay senin, bu yemek benim, salınarak, en sıkı  Atatürkçü geçinen, çoktan  emperyalizmin hizmetine girmiş parti yönetimine sorgulamadan biat eden kadınlar, tapındıkları partiye  oy vermeyenlere, "Sen vatan hainisin, nasıl Atatürk'ün partisine oy vermezsin, nasıl oyları bölersin...." diye bozuk plak gibi söylenip dururlar. Bu arada on iki yaşında kızlar altmış yaşındaki erkeklerin koyunlarına sokulur; babasının, amcasının, abisinin tecavüzüne uğrayan kızlar kör kuyulara atılır ya da ahıra kilitlenerek önüne kendini asması için ip atılır; kimin umurunda !!!

Bir kez daha sözün bittiği yerdeyim; sözü Özlem Konur Usta'ya bırakıyorum.

. "Şiddet yaş tanımıyor. 15’inde sığınma evine gelen de var, 60’ında olan da... En çok ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar şiddet görüyor. Şiddet gören kadınlar CHP milletvekillerine yaşadıklarını anlattı.
CHP Kadın ve Çocuk Hakları İnceleme ve İzleme Komisyonu üyeleri Ankara, Gaziantep ve Tekirdağ’da kadın sığınma evlerini ziyaret etti. CHP milletvekilleri Nedret Akova, Candan Yüceer, Ayşe Eser Danışoğlu, Sena Kaleli ve Parti Meclisi üyesi Gül Çiftçi sığınma evlerinin koşullarını rapor etti.
Raporda şiddetin önüne geçmek için, “Kadının eğitim düzeyinin artırılması, istihdamda daha fazla yer bulmasının sağlanması” önerileri yer aldı. Üç şehirdeki sığınma evlerinde yaşayan kadınlar, milletvekillerine yaşadıklarını da anlattı.
* Ayağına zincir takıyordu
37 yaşında, 11 senelik evli. İlkokul mezunu, hiç çalışmadı. 6 aydır sığınmaevinde. Bipolar bozukluk nedeniyle tedavi görüyor. Çocuklarını yuvaya verip, ailesinin yanına gitmeyi düşünüyor. Şiddet ilk olarak kıskançlıkla başladı. Hiçbir zaman düzenli bir işi olmadı. Şizofren hastası olan kocası, ayağına zincir takıyordu. Zincirleri tuvalete gideceği zaman açıyordu. Kıskandığı için camlara bile duvar ördürdü.
* ‘Kapıyı neden geç açtın?’
28 yaşında. 9 yıldır evli. 1 aydır sığınmaevinde kalıyor. 7 yaşında okula giden bir oğlu var. Eşi çalışmıyor. Şiddet 4 aylık hamileyken başladı ve sürekli devam etti. Şiddet nedenleri: Kapıyı neden geç açtın? Senin yüzünden işten çıkarıldım! 3 kez, üvey annesinin olduğu ailesinin yanına gitti. Birinde 6 ay kaldı. Kasiyerlik yapmaya başladı. 2 yaşındaki çocuğuna ailesi bakmak istemediği için geri dönmek zorunda kaldı. Devlet tarafından koruma kararı çıkarıldı. “Ben annesiz büyüdüm, bunu çocuğuma yaşatmak istemezdim; ancak mecbur kaldım” diyor.
* Keserle kafasına vurdu
36 yaşında. 6’ncı çocuğa hamile. 1 aydır sığınmaevinde. 14 yaşında birinci eşi ile ailesinin izni olmadan kaçarak, imam nikâhı ile evlendi. İlk evliliğinden 3 çocuğu oldu. 9 sene evli kaldı. Eşi sürekli şiddet uygulamaya başladı, “keserle kafasını” yaraladı. 1 sene annesinin yanında kaldı. Üvey babası “evlendirmek lazım” diye akrabası ile evlendirdi. İkinci eşinden de 1 oğlu, 1 kızı oldu. 1 yıl sonra boşandı. Eşi, içkiye ve gece hayatına düşkündü. İlk eşinden olan çocuklarını 7 sene boyunca göremedi. İkinci eşinden olan çocukları da babasında. Bir başkasından çocuk bekliyor. Annesi ve üvey babası kendisine sahip çıkmayacaklarını söylüyor.
* Burnuna şiş soktu
24 yaşında. 2 aydır sığınmaevinde. 6 yıldır evli, 3 çocuklu. Okuma yazması yok. Doğu Anadolu’nun bir şehrinden geldi. 3-4 yıldır Ankara’da yaşıyor. Görücü usulüyle evlendi. Eşi hemen her gün şiddet uyguladı. Ellerini ayaklarını bağlayıp bıçakla burnunu kesti, burnuna şiş soktu, işkence yaptı. Eşi şiddet uyguladığı için 2 aydır cezaevinde. Evliliğinin üçüncü senesinde ailesinin yanına gitti. Eşi “pişmanım” dediği için geri döndü, ancak hamileyken de şiddet devam etti.
* ‘Kefenle çıkarsın’
60 yaşında. 2 aydır sığınmaevinde kalıyor. 37 senedir evli, 6 çocuğu var. Eşi emekli polis. Evlenir evlenmez şiddet görmeye başladı. Şiddetten bunalıp ailesinin yanına gittiğinde abisi dövüp “Kefenle çıkarsın” diyerek geri gönderdi. Şeker hastası. Eşi 4 sene önce bıçakladı, ancak korkusundan şikâyetçi olmadı. Boşanmak istediyse de çocukları da, komşuları da korkusundan şahit olmadı. Savcılığa müracaat ettiğinde, sığınmaevine yönlendirildi.
* 4 kız kardeş
4 kız kardeş, en büyükleri engelli. Anne, baba ve ağabeyi tarafından şiddet gördükleri için sığınmaevine başvurdular. 7 kardeşler; 4 kız, 3 erkek. Evde konuşma hakları yok. Anne hakaret edince, kavga çıktı ve üniversite mezunu kızını boğmaya kalktı. Kız kardeşler, jandarmayı aradı. Böylece sığınmaevinde kalmaya başladılar. 45 gündür sığınma evindeler. Biri maliye mezunu, KPSS sınavına girecek. Diğeri liseye hazırlanıyor.
Çalışan kadın şiddete daha uzak
Raporda 15’inden 60’a kadar her yaştan kadının şiddet gördüğü vurgulandı. Sığınmaevleri izleme raporunda şiddeti doğuran nedenler şöyle sıralandı:
* Ekonomik bağımsızlığını elde edemeyen kadınlar, bağımlılık ilişkisi nedeniyle aile içi şiddetten uzaklaşamamaktadır.
* Kadınların eğitim olanaklarından yararlanamaması, şiddeti doğurmaktadır.
* Ailenin, “Girdiğin yerden kefeninle çıkarsın” anlayışı, kadının gidecek bir yeri olmayışı, ailenin şiddet gören kadına kol kanat germemesi şiddeti doğurmaktadır.
* Çocuk “gelin” vakaları şiddet ortamına zemin hazırlamaktadır.


KISACA, SEVMEK ...



Bugünkü Aydınlık gazetesinde İsmail Hakkı Pekin'in KISACA SEVMEK adlı yazısı beni can evimden vuruyor; ömür boyu aradığım, özlediğim, beklediğim sevgi bu işte; ona kavuşmak için neyi yanlış yaptım, nerede hata yaptım, sadece ve sadece böyle bir aşkı yaşamak istiyordum fakat kendisiyle aşkı bulduğumu sandığım erkek, aşkı bende değil, başka yerlerde arıyormuş, diyorum. Gençliğimin, hevesimin, coşkumun değmeyen bir erkeğin peşinde ziyan olup gittiğine yanarken, dünyalar tatlısı iki çocuk büyüttüm, hayatım boşa geçmedi, diye avutuyorum kendimi. Yıllarca onlara fark ettirmeden ağladım, beni hep hayatın hakkından gülerek gelen delicoş anne sandılar. Daha iki gün önce İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz'ın Fenerbahçe maçındaki haberiyle salonda içim paramparça ağlıyorken, Berke'nin salona girmesiyle, gözyaşlarımı içime akıtmamış mıydım... Yıllardır içim kan ağlıyorken, onlara neşeli, güçlü anne olmak için kendimi zorlamamış mıydım!!! Hayatım çocuklarım, hedefim çocuklarım, geçmişim, geleceğim çocuklarım; onların yanında seven, değer veren bir koca hayatın en büyük sürprizi olurdu ama hayat bana sürpriz yapmadı. Benim için sözün bittiği yerdeyim bugün; söz Komutanımın; 

Hayatın bütün karmaşası karşısında onu içinde hissetmektir sevmek   
Ne zaman geleceğini bilmeksizin bıkıp usanmadan beklemektir sevmek
Karşılaştığın yüzlerde ondan bir şeyler aramaktır sevmek.       
Ya da baharda Munzur vadisindeki rengârenk çiçeklerde onu görmektir sevmek.
Muş Ovası’nda kış boyunca lale soğanlarını kucağında taşıyan ama baharda onların bütün güzelliklerini göstermelerine ses çıkarmayan toprağın yaptığını yapabilmektir sevmek.       
Peri suyu ve Murat’ın Fırat’la kavuşma anındaki çılgınlığında onu aramaktır sevmek.
Başının üzerinden kurşunlar geçerken onun sözlerini hatırlamaktır sevmek.
Buz gibi soğuk bir gecede hudutta kar içinde yürürken onun sıcaklığı ile ısınmaktır sevmek.
Karşılık görmeden de onun mutluluğunu istemek ve gerektiğinde ondan vazgeçmektir sevmek.
Zorluklara karşı el ele yürümek, belki de birlikte tazyikli suya siper olup biber gazı yiyip gözyaşı dökmektir sevmek.
Ya da yakınında durup sadece onun konuştuklarını dinleyip varlığına şükretmektir sevmek.
Gözlerinin içine bakarken rahatlamak ve mutluluğu yakalamak ya da tükenmektir sevmek.
Şarkılara eşlik ederken ve yağmurda beklerken bir bütün olmaktır sevmek.
Annenin evladına, Mecnun’un Leyla’sına duyduğu aşktır sevmek.
Yalnızlık nedir bilir misin sen
Etrafında binlerce insan varken’’ mısralarında olduğu gibi yokluğunun yarattığı yalnızlık duygusudur sevmek.
Zindanda yatanın, savaşa gidenin arkasından gözyaşı dökerek beklemektir sevmek.
Ya da ziyaret günü 45 dakikalığına bütünleşip hasret giderirken karşılıklı mutluluk rolü oynamaktır sevmek.
Bazen ondan bir şiir kitabı almak ya da aynı mısralara sevinip ağlamaktır sevmek.
Mahkemede onu görebilmek, göz göze gelebilmek için saatlerce beklemektir sevmek.
Bazen de bir saat görebilmek ya da konuşabilmek için yüzlerce, binlerce kilometre yolu göze almaktır sevmek.
Unutmamaktır, onun yokluğuna alışamamaktır sevmek.
İçin yanarken mutluluğunu görüp onunla mutlu olmaktır sevmek.
Görmediğinde özlemek, hayatı onunla veya onsuz ama onunla yaşamaktır sevmek.
Hep onunla ilgilenip onu bıktırmamaktır sevmek.
Hayata onun gözleriyle bakıp yaşamını zorlaştırmamaktadır sevmek.
Yaşam enerjisi ve mutluluk kaynağıdır sevmek.
İnsanoğluna verilen ve insanın sahip olduğu en yüce ve en güzel özelliktir sevmek.
Acı da verse, mutluluk da verse bizi biz yapan, olgunlaştıran, en çok ihtiyacımız olan duygudur.
Sevmek
Sevmek ve hep

Sevmek...  

24 Şubat 2014 Pazartesi

8 MART HANGİ KADINLARIN GÜNÜYDÜ ???

8 Mart 2008 tarihli günlüğüm

Bu gün 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü ...  Galiba benim de günüm ... Serkan tarafından kadın olarak görülmesem, yalnızca anne ve hizmetçi olarak kabul edilsem de, bana hissettirilmeyen kadınlığımı fark edip, günümü kendimce kutlamayı ve yaşamayı planlamıştım dün. Tüm hafta sonu işlerini pazara ertelemeyi, kendimi şımartmayı, canımın istediği şeyleri yapmayı kurmuştum. Serkan Berke'yle ilgilenirse, Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kadınlar günüyle ilgili düzenlediği panele katılacak, sonra da giyip kuşanarak, gönlümce gezip dolaşacaktım. Serkan, bu gün balığa gideceğini, pazar günü de nöbetçi olduğunu söyleyince planlarım bozuldu.

Berke'yi babasıyla birlikte balığa gitmesi için ikna etmeye çalıştım fakat sabahın dördünde uyanıp gitmesine gönlüm razı olmadığı için üstelemedim. Serkan benden önce Berke'ye sormuş, yarın balığa gidebilir miyim, diye; Berke, izin vermemiş, gitmeni istemiyorum, demiş. Serkan'ın, ertesi gün nöbete gidecekken, cumartesi gününü çocuklarıyla değil de, arkadaşlarıyla birlikte balıkta geçirmek istemesi beni çok üzmüştü. Serkan, kendine ait tek kişilik dünyasının sınırlarını bize karşı öyle dirençli bir şekilde koruyor ki, o kalın duvarları aşıp dünyasına girmek ya da onu bizim dünyamıza dahil etmek mümkün olmuyor. Biz üçümüz bir tarafta, o bir tarafta. Tercih ettiği dünya için nelerden vaz geçtiğinin farkında değil, ya da farkında da, vaz geçtikleri umurunda değil ... Berke babasıyla birlikte vakit geçirmek istemişken, kendi zevklerinin peşinde koşmanın bedeli onun hesap edemeyeceği kadar ağır; Serkan bunun farkında değil, kendi etrafında pervane olmuş, dönüp duruyor, evliliğimiz boyunca olduğu gibi ...

Gökçe, bakkaldan dönüşte kapıyı anahtarıyla açınca, sesi duyan Berke koşarak kapıya gitmiş, ablasını görünce hayal kırıklığıyla, "öffffff" diyerek geri dönmüş. Gökçe, "Ne oldu, babam mı zannettin?" deyince, "Evet" demiş. Duyunca çok üzüldüm, Berke'ye  bu gün fazladan bir saat bilgisayarda oynayabileceğini söyledim, kendini iyi hissetnesi için.

Bulaşık, çamaşır, yemek, balkonları yıka, ortalığı topla... derken, Gökçe dersaneye gitti. Geçen gün Serkan'ın gömleklerinin arasına sakladığı şarabı bulup bir kadeh içmiştim; günümü kutlamak için bu gün şişenin kalanını bitirdim. Önce, biraz içip bırakmaya niyetliydim, sonra durumum çok acıklı göründü, halime acıdım, efkar bastı, hepsini bitirdim.

Balkondan ailece gezintiye çıkmış insanları izliyorum içim paramparça ... Ben mi ev işlerini yetiştiremiyorum, bu kadınlar  işlerini ne zaman bitirip gezmeye çıkıyorlar, diye soruyorum kendime. Çevremdeki erkekler ev işlerini eşleriyle paylaşıyorlar ama Serkan öyle değil. O, kadın modeli olarak annesini görüyor, onun ev kadını olduğunu,benimse iş hayatım bir yana toplumda saygın bir yerimin olduğu umurunda değil.  Dernek ve parti çalışmalarımın zevk için yaptığım hobi değil, yüreğimin ve vicdanımın gerektirdiği zorunluluk olduğunu anlatamıyorum yıllar yılı. Gülünç gerekçelerle reddediyor ev işlerinde bana yardımcı olması gerektiği yönündeki isteklerimi: Anam yapıyordu, sen de yapacaksın ... Senin hesabın benle değil Allah'la,, hesabı bana değil ona sor; Allah seni kadın yaratmış beni erkek, ev işleri kadının görevi, yapacaksın ...

Bunları düşünürken, telefonuma kimden olduğu bilinmeyen bir mesaj geliyor : "Asıl köleler esaretinin farkında olmayanlardır. Goethe! Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile sınıfsız sömürüsüz bir dünya için mücadele ..."  Sınıfının ve cinsiyetinden ötürü  sömürüldüğünün farkında olmamak, ayrıcalıktır ... Mutluluk verir insana, durumunu idrak edememek, farkında olmamak ... Fransız düşünür Mirabeau'nun dediği gibi; Tanrım, beni alelade bir insan yapınız ... Ne yazık ki, ben kadın olduğumun ve bu nedenle sömürüldüğümün farkındayım ve bu durum çok acı veriyor.

Kadın olmanın avantajlarını kullanarak rahat bir hayat yaşamak vardı oysa ki ... Nazlı, işveli, kadınlığını pahalıya satarak erkekleri kullanabilen, hayat yükü çekmemiş, bakımlı bir kadının hayatı çok daha kolaydı. Annemden bana miras eyvallahsız Amazon olmanın bedeli fitil fitil burnumdan geldi ... Benim gibi güçlü, onurlu, her işin altından kalkabilen kadınlara yüklendikçe yükleniyor hayat ...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde balığa çıkmak isteyen kocaya, "Hooopppp, dur bakalım, 8 Mart benim günüm, ben dilediğim gibi geçireceğim bu günü; sen ev işlerini yapacak, çocuklarla ilgileneceksin." demek vardı ama diyemedim işte; öğretilmiş çaresizlik diyorlar buna psikolojide, değil mi ???

Neden kendime yakıştıramıyorum hakkımı savunmayı, neden hırt olduğunu bile bile kocadan bekliyorum günümü kutlamayı, neden kolayca vaz geçiyor, toplumun dayattığı rolü, yaradılışıma ters olduğunu bile bile, yutkuna yutkuna kabullenmeye çalışıyor, dünyaya gelmemin tek amacı anneliğimmiş gibi, tüm varlığımı çocuklarıma kanat ediyor ve fedakar anne rolüyle yetiniyorum her zaman olduğu gibi ... Kolayca kırılıyor, acılarımı, hayal kırıklıklarımı içime atıp üzülüyor, paramparça oluyorum. Kocam benden daha kadın, kadına ihtiyacı yok;  benim yerime kutluyor kadınlar gününü; bense, hapisanemde, evde köleliğe devam ...

Balkondan sokağı izliyorum; kadınlar arabalarıyla gezmeye gidiyorlar. Yanlarında kocaları olmasa da, çıkış yolu bulmuş, hayatlarının direksiyonuna geçmişler. Yalnız kadınlarda aynı model araba var, demek ki uygun model bu ... Bense, yirmi yıldan fazladır ehliyetim olduğu halde, direksiyona geçme cesareti bulduğum her seferinde Serkan tarafından  sindirildim, korkutuldum, geri çekildim. Cesaretimi toplayıp kendime uygun bir araba alarak, gezmek için ona muhtaç olmaktan kurtulamadım bir türlü ... Korkaklıkla suçluyorum kendimi ... Direksiyona geçtiğim, trafiğe çıkmak için kendimi hazır hissettiğim zamanlar, cesaretimi kırmak için söylediği sözlerden fazlasıyla etkilenip, geri adım attığım, vaz geçtiğim için çok ama çoookkkk kızıyorum kendime; ben de bahane arıyormuşum demek ki ..."Araban senin olsun, sana muhtaç değilim, kendime araba alırım, diyemediğim için, kendime araba alıp direksiyona kurulamadığım için kızgınım kendime ama hiç heves etmedim buna, ne yapabilirdim ki ... Sanırım çok zor değildi, Gökçe'ye kötü örnek olduğumun farkındaydım, keşke yapabilseydim ama yapamadım işte ...

Gökçe bazen, babam kendi hayatını yaşıyor, sen de hayatını yaşa, bizim için kendinden vaz geçme, değmez, sonuçta biz de kendi hayatımızı yaşayacağız, bak sonra pişman olursun, diyor. Gökçe, bizim aile modelimizi görerek, evlilik kurumundan nefret etti, erkeklerden soğudu. Serkan'a göre, ben çocukları ona karşı doldurduğum, kışkırttığım için Gökçe ona karşı mesafeli davranıyor. Yaşadıklarımız ortada, benim doldurmama gerek yok ki ... Ben evin bütün işlerini yapar, hayatın tüm yükünü omuzlarken, Serkan'ın akşama kadar televizyon seyretmesi, dışarıda istediği zaman,istediği kadar vakit geçirmesi, evle ve çocuklarla ilgili hiç bir sorumluluk kabul etmemesi, karı-koca rollerimiz arasındaki olağanüstü farklılık ve tek taraflı sömürü, görülmeyecek gibi değil ki ... "Sen ev işleri yaparken sızlanıp şikayet ederek çocukları dolduruyorsun." diyor bana. Bitmez tükenmez ev işlerini yaparken şarkı söyleyip gülmeyi, mutlu görünmeyi becerebilirsem, özellikle Gökçe mutlu olduğuma hükmeder, erkek cinsi hakkında kötü düşünmezmiş söylediğine göre.

Oysa bu gün, "Babamın beni gözden çıkarması umurumda değil de, kardeşimi boynu bükük bırakmasına çok üzülüyorum." dedi Gökçe, ben daha konuyu açmadan ... "Kardeşimi sever görünüyordu, nasıl gitti, anlayamadım." dedi. Berke'yi parka götürmek istedim, yorgun olduğunu söyledi. Babasının davranışından dolayı çok keyifsiz bu gün, ne yaptıysam neşelendiremedim. Ben de kendimi haksızlığa uğramış hissediyorum. Dışarı çıkacak gücü ve hevesi bulamıyorum kendimde.

Bu gün 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü ...


22 Şubat 2014 Cumartesi

NİSAN BİR ŞAKASI

İki yıl önce Serkan'a bu kez kesin olarak ayrılmak istediğimi, Berke'nin lise giriş sınavı etkilenmesin diye çocuklara fark ettirmeden birlikte yaşamaya devam edeceğimi söylediğim zaman, önüne bir boşanma protokolü koymuştum; biz toplumda saygın bir yeri olan insanlarız, mahkemede kirli çamaşırları dökmek bize yakışmaz, aramızda anlaşalım, diyerek ... Protokolde, kendi adıma Serkan'dan ne nafaka ne de tazminat talebimin olmadığı, yalnızca çocukların adına İstanbul'da bir ev alması koşulu vardı. Serkan protokolü okudu, aceleye gerek yok, ben seni iyi tanıyorum, sonra vaz geçersin, dedi. O günden sonra ben tekrar boşanma konusunu açmadım, suyuna gidersem emeklilik ikramiyesini çarçur etmeden bir ev almaya razı edebilirim, diye düşündüm.

Manisa'da dertleştiğim öğretmen arkadaşım Ayşe bu konuda deneyimli, "Bak, ben seni iyi tanıyorum, gurur ayaklarına bu adamdan bir şey istemeyi kendine yakıştırmaz, ondan sonra sefillik içinde kıçüstü oturursun, beni dinle, mutlaka avukat tut, bu adama gençliğini, hayatını verdin, gururun yüzünden bundan sonraki hayatını yokluk içinde geçirme, geleceğini garantiye al..." dedi. Ben yine de bir zamanlar yokluğunda kokusunu içime çekerek, gömleğine sarılıp yattığım adamla, iki çocuğumun babasıyla paylaşım kavgası yapmayı kendime ve anılarıma yakıştıramadığım için Ayşe'nin sözlerini kulak arkası etmiş, Serkan'ın verdiğim protokolle boşanmaya razı olmasını beklemiştim. Benim konuyu yeniden açmadaki cesaretsizliğimi, boşanmaktan vaz geçtiğime yordu Serkan; oysa benim, onun hayatına dair endişelerim, korkularım vardı, o nedenle mahkemeye boşanma dilekçesini vermeyi erteliyor, onun yeni bir hayat kurarak, bu süreci kendine zarar vermeden kabullenmesini bekliyordum. On beş yıl önce Berke yeni doğmuş, arkadaşının karısıyla ilişkisini öğrenmişken ayrılmaya karar verdiğimde, kararımda ısrar edersem silahını beynine dayayıp, hiç çekinmeden tetiği çekeceğini söylemiş; ben ayrılma kararından vaz geçinceye dek açlık grevi yapıp üç gün yemeden içmeden gözümün önünde eriyip gitmişti. Beni ne kadar yaralasa da sonuçta çocuklarımın babası değil miydi; hatasından döner ümidiyle, bir kez daha denemeye razı olmuştum.

Aradan geçen on beş yıl içinde aynı tas aynı hamam, aynı cami aynı imam; Serkan narsizmin kucağında o heves senin bu heves benim, koşturup durmuş, bense ev işleri ve çocukların sorumluluğu derken, kadınlığımı, insanlığımı unutmuş, hep gelmeyecek baharı beklemiştim. Son defa ayrılma kararı verdiğim zaman, bunun son olduğunu ben biliyordum ama Serkan bilmiyordu.

Beş aydır İstanbul'da yeni bir hayat kurma mücadelesi veriyorum. Gücümün tükendiğini hissediyorum çoğu kez ama beni ayağa kaldıracak kişinin Serkan olmadığını biliyorum. Sanırım beni tüketen, Serkan'la iki yıldır kağıt üzerinde süren evliliği mahkeme aşamasına getirememek. Korkuyorum, kendine zarar vermesinden, bana zarar vermesinden korkuyorum. Yaşamayı çok sevmemden değil korkum; yirmi üç yıl süren evliliğim boyunca yaşadıklarımdan sonra hayat benim için mücadele etmeye değer değil, kolayca bırakıp giderim ama çocuklarımın bana ihtiyacı var, hayat çok puşt, kahpe, şerefsiz; onların ayakta kalmaları için desteğime, varlığıma ihtiyaçları var, itini köpeğini ezer geçerim ...

Geçen gün Manisa'dan dertleştiğim iki kişiden biri olan arkadaşımla telefonda konuştum; Serkan'ı gördüğünü söylüyor; "Eski halinden eser kalmamış, çok çökmüş, senin zamanındaki bakımlı, giysilerine dikkat eden adam gitmiş başka biri gelmiş; biraz daha bırak burnu iyice sürtülsün, senin kıymetini anlasın." diyor. İçimde merhamet uyanıyor, çocuklarımın babasının sefil olmasını istemiyorum; dimdik dursun, kendine yeni bir hayat kursun, gönlüne göre birini bulup evlensin, mutlu olsun istiyorum. Ondan koptuğumdan beri, ipinden kurtulmuş uçurtma gibiyim, onu yeniden hayatıma katmayı düşünmem bile, buna gücüm yetmez; başının çaresine baksın, beni sevemedi bir türlü, seveceği bir kadın bulsun ve kıymetini bilsin.

Nasuh Mahruki, Ulusal Kanal'da bir proğramda eşini belli bir standartta yaşatma görevi olduğunu, bunun için gerekirse yasadışı yollara sapabileceğini söylemişti. İçim acıyarak dinledim; Serkan, ev almak, eskiyen, artık bana ve çocuklara utanç veren  eşyaları yenilemek konusundaki taleplerim karşısında beni tamahkarlıkla, gözüdoymazlıkla suçlamış; aç değilsiniz açıkta değilsiniz, daha ne istiyorsunuz, demişti hep. Çalışan bir kadın olarak evin bütün yükünü taşımaktan yorulup temizlikçi almak istediğimde beni yetersizlikle suçlamış, bari temizlikçiyi nüfusumuza geçirelim, bizde yatıp kalksın, diye benimle alay etmişti.

Serkan'ın bana karşı yirmi üç yıldır sürdürdüğü acımasızlığa karşı ben neden ayrılırken onu korumaya çalışıyorum; incinmemesi için sağlığımı, psikolojimi bozuyorum, cevabını bulamıyorum. Annemle dün telefonda konuşurken, onu koruyacağım derken kendime zarar verdiğimi, bana yaşattıklarının bedelini ödetmekten kaçınmamam gerektiğini söyledi. Yıllardan beri ilk defa o zaman düşündüm; Serkan bana yaşattığı bu kadar acıdan sonra hala kendi refahını ve rahatını düşünüyor, ben İstanbul'da asgari yaşam koşullarıyla ayakta kalma mücadelesi veriyorum, sanki evliliğin gereklerini yerine getirmeyen benim, sanki sadakatsizlik eden benim ...

Serkan'ın boşanma konusunda adım atmayışının nedenini de çözdüm sanırım, bir taraftan benim kendisine döneceğim ümidini taşıyorsa, bir taraftan da benden tazminatsız nafakasız kurtulma planları yapıyor. Benim bir erkekle ilişki kurmamı bekliyor; telefon ve internet takibiyle bunu kanıtlarsa bütün birikimi ve yüksek maaşıyla ferah feza yaşayabilir, beni de süründürerek intikamını alır. Galiba farkında değil, bizde genlerden geçen Amazonluk var; annem  öyleydi, ben de Amazonum; biz erkeksiz hayatın hakkından gelmeyi biliriz ... Serkan'a hayatının Nisan Bir şakasını yapacağım. Nisanın birinde boşanma dilekçesini mahkemeye vereceğim; o bana yirmi üç yıl boyunca hep kötü şakalar yaptı; ben ona sadece bir şaka yapacağım ama yaşadıkça unutamayacağı bir şaka ...





20 Şubat 2014 Perşembe

ÖNCE AYNI DİLİ KONUŞMALIYIZ, BEN FACEBOOK ALFABESİNİ ÖĞRENMELİYİM ...




İnsanlar Facebook'ta yaşıyorlar hayatlarını, aşklarını; ben bakıp kalıyorum olup bitenlere; derdini anlatmak için kopyala yapıştır paylaşımlarla yanıp yakılıyorlar; ben, özelden bir mesaj atıp, özledim, demeyi neden denemiyorlar acaba diye şaşıp kalıyorum. Ya da, seninle konuşmam lazım, benim için değerlisin... falan; ne olursa olsun ama sana ait tek bir sözcük olsun, neden hazır paylaşımlarla kendini gülünç duruma düşürüyor insanlar !!! 

Salih benim için paylaşmış bu cümleleri; 21. yüzyıl aşkları fast food karın doyurma gibi, kopyala yapıştır, şıpın işi ... Yaşı altmışa varanlar bile çağa ayak uydurmuş ama ben eski kafa, tek kelime olsun, ona ait olsun, istiyorum...

İşte böyle sevgilim !!! Başım önde !... Bilmiyorum kaç saat yürüdüm, Bu yağmurda... Saçlarım, üstüm, başım sırılsıklam... ÜŞÜYORUM !... Ellerim titriyor,sebebi soğuk... Ya dudaklarımın sebebi ?... Adını bile dile alamıyorum, Ne garip !!!... " SENİ SEVİYORUM " diye haykırmak geliyor içimden, Oysa ben !... YAPAMIYORUM...... Saymadım kaç çukura girdim... Her çukura bir damla gözyaşı bıraktım... İŞTE BÖYLE SEVGİLİM !... Varken DOYULMAYAN, Yokken DAYANILMAYANSIN...                

Satırlarım Hep Seni Anlatıyor...    
Her Kelimede Özlemlemlerim Var... Yarına Dair
Satır Aralarına Baktıgımda Gözlerini Görüyorum... Bana
Gülümseyen Ve Sıcacık Bakan Duygularımı... Çoşturan
Yüregime Akan Bir Damla Umut Işıgı Oluyor...
Kalemimden Çıkan Her Harf Gözlerin Olup...
Dalga Dalga Yayılıyor Ruhumun Derinliklerine...
Hep Seni Anlatıyor Duygularımı Kabartıyor
Sana Olan Sevgim Var... Baktıgım Her Yerde
Seni Görüyorum... Boş Sayfada Bile
Yazdıkça Daha Çok Doluyorsun İçime...
Ne Kadarda Dolsa Sana Verilecek Çok Yer Var...
Bu Deli Yüregimde Çünkü Sana Aç, Sana Muhtaç...
Gelişini Dört Gözle Bekliyor Boş Odam...
Sıcaklıgın Dolsun Diye Bekliyor... Hep
Saatlerin Hızla Geçtigi Bu Kalan Ömürde...
Son Kez Görmek İstiyor Gözlerim Seni


AKŞAM ŞİİRİ.....
Sus gönlüm sus ki her şey toz pembe görünsün çevrendekilere…
Kaldıramayacağın olaylarla karşılaşıyorsan yine sus ve bekle…
Aranıp, sorulmadığın gönüllerde gezinme…
Gereksiz şüphelere kapılma…
Seviyorsa, kısmetinse dönüp seni bulacaktır…
Kısmetten ötesi yokmuş yalvarıp yakarsanda…
Yeter ki, karşındaki yürek temiz olsun…
Yeter ki, seninle yüreğiyle konuşsun…
Sus ki, isyanın duyulmasın…
Sus ki, aciz olmadığın ve başının her zaman dik olduğu anlaşılsın…
Sus ki, çevrendeki aç kurtlar, ümit verenler birer birer yok olsun ve tek bir can yürek kalsın…
Sen ne günler yaşadın gönlüm, nice umutlarla savruldun…
Sus ki, seni senden başka kimsenin yıkamayacağı etrafındakilere ders olsun…
Yüreğin acısa da belli etme, insanların umutlarını kullanmasına izin verme…
Sus ve bekle… Eyvallah her zaman tek sözün olsun…
İyiliğe de, kötülüğe de EYVALLAH
                                                                                                 
 Arada rakı içerken fotoğraflarımı paylaşmıştım, onların ardından bu paylaşımı geldi:

Rakıyı içen kadın gülüyorsa, o gülüşün ardında en az dokuz roman, on dört tane de film repliği yatar. Rakıyı içen kadının gülüşünde, bu dünyanın en zararsız mut...luluğu vardır çünkü, büyük gülerler, büyük susarlar… Rakı içen kadın, rakıyı çok sık içmez. Ama rakıyı içtiği an, bil ki içme zamanı gelmiştir ve konuştuklarında net konuşurlar.. O kadınlar keyfine doyum olmayan bir akşamüstü sonrasında, bi...r kıyıda köşede, gece sefası gibi açarlar. O kadınlar, afet-i devrandır….. Ve, rakı içen kadının elleri güzeldir… O kadınlar, senden başkasını severlerken bile seni incitmezler. Şarkı söyleyesi varsa susmalısındır. İzlemelisindir. Dinlemelisindir. Rakı içen ve şarkı söyleyen o kadını. Rakı içen kadın, herkesle rakı içmez ve seninle rakı içiyorsa, senin için kalbinde en az yüz elli metrekare daha yer vardır. Ve sen, bunu bildiğin için, o kadına, kalbinin tüm kapılarını beklentisizce açmış, cebindeki tüm anahtarlarıysa hiç bulmamak üzere yutmuşsundur. Rakı içen kadın, cihanda sulhtur: ağdalı değil, nağmeli sever. Rakı içen kadın güzeldir, masasındakiler de...      

Paylaşımlarına benden ses çıkmayınca, kendi fotoğrafını koyarak bir şiir paylaştı:

Çok zaman oldu
Çok yalnızlık
Çok ayrılık
Çok gurbet
Sabret yüreğim sabret..!

İsmail Şimşek  

Sonra da  doğrudan bana mesaj ama yine özelden değil, alenen, uluorta:

Birini mi özledin ……. ARA
Görüşmek mi istedin …… DAVET ET.
Anlaşılmak mı istedin …… AÇIKLA.
Soruların mı var ……. SOR.
Hoşlanmıyor musun …… SÖYLE.
Hoşlanıyor musun …….. BELİRT.
Bir şey mi talep ediyorsun …….. İSTE
Senin aklından geçenin ne olduğunu kimse bilemez.
Önceden “Hayır” cevabı aldıysan “Evet” cevabı için risk al.
Ümitle beklemek yerine bilmek seni rahatlatacaktır.
UNUTMA Sadece bir hayatın var.
Basit yaşa.
Ama “AN” da ol,
An'ı doyasıya, keyifle yaşa……                            

Belli ki, aynı dili konuşmuyoruz; hayatımın geri kalanını beraber  geçireceğim kişiyi Facebook'tan bulamayacağımı anladım anlamasına da, işten güçten başımı kaldırıp dışarı çıkamıyorum ki !!! Anlaşılan, Kayahan'ın şarkısı gibi; Yine bana hüsran, yine bana hasret var / Yine bana esmer günler düştü, eyvah !!!...

ÜÇÜMÜZ BİR FİDANIN GÜLLER AÇAN DALIYIZ ...

Bir yıldır Salih, Sevda ve ben, birbirimizi Facebook'tan izliyoruz. Sevda, paylaşımlarında Salih'e sesleniyor hep, şarkılarla, kendi resimleriyle, damardan sözlerle, bazen posta koyan, ayakta dimdik duran, çoğu zaman salya sümük ağlayan seven, acıdan geberen  kadın paylaşımlarıyla  onu tekrar kazanmaya çalışıyor.Salih, Sevda'yı çoktan silmiş, paylaşımları beni kazanmak üzerine; ben her ikisini takip ediyorum ama yorum yok, hele  sayfamda onlara bir gönderme, asla ...

Sevda bir paylaşımında, 'Kolay kolay sevmezdim ben aslında / Gülüşüne denk geldim... diyor; bende bir merak bir merak, bu adamın gülüşü nasıl ki !!! Sırf gülüşünü görmek için Salih'le bir kez olsun çıkayım, diye geçiyor içimden.

Sanki başka derdim yokmuş gibi / Tutup bir de seni sevdim... diyor diğer paylaşımında; bende bir merak bir merak, bir kez olsun görsem mi şu adamı ???

Eş dediğin koluna değil, yüreğine yakışmalı. Öyle sıradan gelip geçici heves değil, sonsuza kadar 'Nefes' olmalı, diyor Sevda; bir başka paylaşımında; Salih'e, 'Öpmeye doyamadığım iki şey var; biri sen, biri senden olan' diye kadın-erkek-bebek fotoğrafı paylaşımı yapınca, bu kadın iyice tozutmuş, kafayı sıyırmış, dedim. Kendisi 44 yaşında bir babaanne, Salih 58 yaşında; kafayı yememişse ne bu hayal, Salih'den çocuk yapmak, menopoza girmediğini mi söylemek istiyor acaba; bana fark atacağı tek noktayı mı vurgulamak istiyor, beni güzellikte, kalitede alt edemeyince !!!... Sevdacığım, sen de elbet yakında menopoza gireceksin ama ben hiç bir zaman senin gibi çirkin olmayacağım; belki de Salih bunun için bir yıldır peşimi bırakmıyor, bulabilirsen bir soruver olur mu canım !!!...

Allah bizi, sevmeyen insanlardan değil. seviyormuş gibi yapan insanlardan korusun, diyor Sevda.

Üç beş kuruşluk insanların milyonluk tavırlarına bitiyorum, diyor; beni mi, Salih'i mi, her ikimizi mi kastediyor, anlamıyorum.

Can Yücel'in, 'Öyle içten ki yüreğimin en derinindeki yerin / Çıkarı yok, çıkası yok / Çıkarasım yok... dizelerini paylaşıyor, bunun sahibini sormaya gerek yok ...

Güvenemiyorum insanlara;
Güzel konuşup güzel yazıyorlar.
Dil başka olmuş, yürek başka.
Görünmüyor asıl çehre.
Artık o kadar çok değiştiriliyor ki,
Maskeler bile sahte...

diye bir paylaşım yapmış ama Salih ona karşı maskeli değil ki, ondan kopmuş, başka kadının peşine düşmüş, onurlu kadın bir kalemde siler atar böyle adamı, Sevda hala kendine acındırıp, Salih'i geri döndürme derdinde; ne diyelim, Allah acısın ...

Kırma be kalbimi / Nasıl olsa bir gün duracak / seninki de benimki de... diyor; acıyorum, yüreğim yanıyor; keşke Salih bu kadına geri dönse, üçümüz de kurtulsak, diyorum ...

Bir de Sevda'nın sıkı kadın, sağlam kadın, eyvallahsız, gururlu  ayaklarında çokça yaptığı bir paylaşım var:

Ben yaşadıklarımın hiç birini unutmam
Ama evet! yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur ama
Yine de susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında...
Salaklığımdan mı? Hayır!
Ben kimseye "GİT de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen,
o kadar değer veririm ki,
her gün yaşadıklarından utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiç bir şey olmaz!

Kısa bir serüvenden sonra, pardon ben aslında başka bir  kadını elde edemediğim için boşluğa düşüp seninle bir şeyler yaşadım, diyerek benden kaçan erkeğin arkasından böyle paylaşımlar yapmayacağım için, Sevda'nın bu paylaşımına yorum yapamıyorum. Onurlu kadın yanım; ...tir git, kadınlığı ayağa düşürdü senin gibiler, diyor ama ...

Sevda iyiden iyiye kafayı yedi. Kendi resimlerinden üç farklı klip hazırlattı ve durup durup paylaşıyor onları; bir iki kişi beğeniyor sadece ama o yılmıyor, nerdeyse tuvalette resim çektirip paylaşacak; acınacak durumda zavallı ...


KEDİYİ MERAK ÖLDÜRÜR ...

Adını dağlara yazdım yarim
Buğulu camlara kazdım.
Kışın masal dinlemek zor yarim
Hem ağladım hem anlattım
.......................

Sevda Salih'le kısacık beraberliğinde ne yaşamışsa yaşamış, bir yıla yakındır Salih'i geri döndürmek için Kış Masalı adlı bu şarkıyı bilmem kaçıncı kez paylaşıyor. Benim tanıdığım Salih, sayısız sahte profiliyle kadın avlayan sahtekarın teki. Kabul etmek gerekir ki, ağzı çok iyi laf yapıyor. Sevda'ya telefon edip, bu kart zampara beni elde etmek için diller dökerken bir taraftan seninle gününü gün ediyor; gel birlikte fotoğraf çekilip paylaşalım, ona iyi bir ders verelim, dediğim zaman tesadüfen Salih de diğer telefondan aradı Sevda'yı. Sevda konuşmalarını bana dinlettiği zaman, erkek milletinin tuzaklarına düşmemek için daha çooookkkkk fırın ekmek yemem gerektiğini düşünmüştüm. Salih, Sevda'ya sırılsıklam aşık pozlarında konuşuyor, akşam karanlığa kalma, eve erken git, eve girince beni ara, diyor, körkütük aşık erkek rolü yaparak ... Telefonu kapatmadan önce de Sevda'ya, hadi dilini uzat, dilini uzat, diyor; Sevda, işte uzattım, deyince, telefondan muuuhhhh muuuhhhh diyerek uzatılan dili öpünce midem bulanıyor. Bu adam daha o sabah bana, Selçuk Ural'ın Aşkın Mapushane şarkısını göndermiş, beni elde etmek için ne diller dökmüş; böyle şerefsiz kadın avcılarının kol gezdiği bu dünyada ben nasıl kendime hayat arkadaşı bulacağım; iyice ümidim kesiliyor. 

Bu görüşmeden sonra Salih Sevda ile ilişkisini  kesiyor, ben Salih ile ... O günden sonra Salih, kadın-erkek bilmem kaç sahte profil ile beni kazanmaya çalışıyor; Sevda, bilmem kaç salya sümük şarkı ve ilköğretim çocuğu pozları verdiği fotoğraflarıyla Salih'i geri getirmeye ... Sevda'nın Salih için yaptığı paylaşımlar, bende merak uyandırıyor bazen; bu adamda benim görmediğim bir şeyler var belli ki, diye düşünüyorum. Kediyi merak öldürürmüş, bir yıldır tüm çabalarına rağmen görmezden duymazdan geldiğim Salih'i hayatıma almaya karar verirsem eğer, sırf merakımdan olacak. Sevda öyle çok reklamını yaptı ki, acaba ben mutlu olma fırsatını tepiyor muyum, diye düşünmeye başladım doğrusu ...

Sevda, 7 Ocak günü iki kalp resmi ve  'sana gelsin canım' yazısıyla, Sibel Can'ın Kış Masalı şarkısını paylaştı Salih için. Ardından, bu şarkıyla tamamen tezat oluşturan bir paylaşım: Affedecek kadar olgunum ama tekrar güvenecek kadar APTAL DEĞİLİM. 

Gül buketi ve "Seni seviyorum aşkım" mesajı ...

Ardından, 'Senin için...' cümlesiyle, Esengül'ün Taht Kurmuşsun Kalbime, şarkısı ...

Yine bol dualı, bol aminli, karınca, kazanç, bereket, huzur... dileyen paylaşımlar ...

Sonraki gün, Orhan Gencebay'dan Kaderimin Oyunu şarkısını paylaşıyor Sevda.

Kendine moral vermek ve Salih'e mesaj göndermek için, eşek fotoğrafı paylaşıyor; resmin üstünde, atı kıskandırmak için eşeğe binilmez ki, yazıyor. 

Bazen sen bile, vay be, dersin kendine
Tek satırlık insanı nasıl
roman yapmışım gönlüme... 

diye bir paylaşım yapıyor, bilmem kaçıncı kez ama buna kendi de inanmıyor, Salih'le ne yaşamışsa yaşamış, Salih onun gönlüne değil roman, destan yazmış; kadın bunca aşağılanmaya rağmen, bir yıldır yapışmış adama bırakmıyor. Kadınlığın değerini bunun gibiler düşürüyor, diye düşünüyorum. Elde edemediği kadını unutmak için bana yanaşacak adam, ben bunun farkına varacağım ve Sevda gibi yapıp o soysuz adama,  'Senin için mücadele ediyorum çünkü ben mücadele etmeyi bırakırsam sen hak etmeyenin olacaksın.' diyeceğim, yapma yaaaaa; elbette peşine düştüğü kadından yüz bulamayan her erkek için bacağını açıp bekleyen bir kadın vardır, bunu yaşayarak gördüm ama istedikleri buysa eğer, onlara uğurlar olsun, ben o kadınlarla bacak yarışına girecek değilim, ben bacağıma göre değil, beynime ve ruhuma göre bir hayat arkadaşı arıyorum, ayrı kulvarlardayız yani... Benim, aradığımı bulabileceğim yerin sanal ortam olmadığını çoktan anlamış bulunuyorum zaten ama neylersin, hayat telaşı, iş güç, çocuklar... derken, evden dışarı  burnumu uzatamıyorum ki, çaresiz bir süre daha buralarda oyalanıp duracağız ...



ELBET BULUTLAR DAĞILACAK, GÜNEŞ AÇACAK ...

Eski hayatıma sünger çekip, yirmi üç yıllık evliliğimi bitirerek İstanbul'da yeni bir hayata başlayalı beş buçuk ay oldu. Geçmişin tortularını, hayal kırıklıklarını yüreğimden söküp atamadım hala ... İçimde dönüp duran, beni yiyip bitiren yazma isteğini susturmak için yazmaya başladım ama yazdıkça geçmişle hesaplaşmak, her nasılsa çocuklara güzel bir hayat vermek için koşuşturmaktan nasıl geçip gittiğinin farkına bile varmadığım o yıllara, unutuluşlara, ihanetlere, yalnızlıklara dönmek kolay olmadı benim için. Yazdıkça alt-üst oldum, içerek ruhumu yatıştırma ihtiyacı duydum. Bu defa da, acaba ben alkolik mi oluyorum, hayatımın ipleri elimden kayıyor mu... diye kaygılandım.

Geçmişle hesaplaşıp, Serkan'ın ve onunla boşa giden yıllarımın defterini dürmenin yanında günlük hayatla boğuşmam, onu da alt etmem lazım. Sabah yedi buçukta kalkıp, Berke'nin kahvaltısını hazırlamam, onu okula uğurlamam ve balkondan el sallamam gerek. Gökçe ve çok zaman bizde kalan arkadaşlarına, güler yüzlü, mutlu yüzümü göstermeliyim. Ailelerinden ayrı kalan o çocuklara her zaman gelebilecekleri sevgi dolu sıcak bir yuva vermek istiyorum. İstanbul'a yerleşmemin bir amacı da buymuş gibi hissediyorum; hepsi pırıl pırıl tertemiz çocuklar, onlara uzaktaki annelerinin sıcaklığını, koruyucu şefkatini vermek istiyorum. Evimiz okullarına çok uzak, buna rağmen bizde kalmayı tercih edip, sabah derse  gitmek için erkenden kalkmayı göze almalarını seviyorum; bazen kendimi tükenmiş hissettiğimde, onları güler yüzlü, neşeli karşılamak için kendimi zorluyorum. Gökçe'nin geleceğine dair kaygıları, ümitsizliği var, onun neslindeki çoğu gençte olduğu gibi ...  Gökçe'yi, bu günlerin geçeceğine, her şeyin çok daha güzel olacağına, mücadele ederek yaşanılası bir dünyayı kuracağımıza inandırmak için dil döküyorum. Onun hafızasında Persapolis filmi, Türkiye'nin o filmdeki hayata koşar adım yuvarlanıyor oluşu ... Belki de hippiler en doğrusunu yapıyor, değiştiremeyeceksen mücadele etmenin ne anlamı var, hiç değilse kendilerini uyuşturup, başka bir dünyada yaşıyorlar, diyor. Nihilizme saplanması korkutuyor beni; kendi çıkarları için  ülkeyi Ortaçağ'ın karanlığına sürükleyenlere karşı çaresizlik hissetmedim hiç bir zaman, çocuklarımızın ümitsizliği beni kahrediyor, lanet olsun, diyorum onları bu hale getirenlere ... Kızıma, bak John Lennon nihilizme, uyuşturucuya sığınmadı, Yoko Ono ile iki kişilik bir emperyalizmle mücadele timi kurdu, şerefsizlerin anasını ağlattı, diyorum. Ama onu öldürdüler, diyor; teslim olup böcek gibi yaşamaktansa ölmeyi seçti o; aynı seçim sana dayatılsaydı hangisini seçerdin, diye soruyorum, kafasında evirip çeviriyor, cevap veremiyor bir türlü. Beni kızıma bu soruyu sormak zorunda bırakan, on iki yıldır ışığımızı, güneşimizi kesen, bununla da yetinmeyip demokrasi diye diye kadınları sosyal hayattan alıp, din adı altında örtüye, kara çarşafa sokarak eve hapsetmeye çalışanlara lanet ediyorum. Gökçe, otobüste okuluna giderken takkeli, çember sakallı adamların, türbanlı, çarşaflı kadınların sürekli arttığını, korktuğunu söylüyor. Onların istedikleri gibi giyinebileceklerini ama o şekilde giyinerek bizler üzerinde baskı kurmaya hakları olduğu zannını onlara bu hükumetin verdiğini, hükumetlerin gelip geçici olduğunu, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı bu hükumetin sonunun geldiğini söylüyorum, inanmıyor, yüreğindeki korku ve endişeyi gideremiyorum.

İstanbul'da kendime yeni bir hayat kurmanın mücadelesini verirken, bir de çocuklarımıza yeni bir dünya kurmanın mücadelesini veriyorum. Nerde eylem nerde etkinlik, koşturup duruyorum. Partim çürümüş sistemle mücadele etmek ve güzel bir dünya kurmak için inandığım, güvendiğim tek mevzi; partimden güç alıyorum, var gücümle partime destek olmaya çalışıyorum. Dünya şu haliyle çocuklarımız için yaşamaya değer değil, pamuk ipliğiyle bağlılar hayata; böyle giderse, kızım ve arkadaşlarını gözlemleyerek vardığım sonuç, felaket ...





SONUN BAŞLANGICI ...

6 Mart 2008 tarihli günlüğüm

Sanki birdenbire kalp gözüm açıldı da aslında Serkan'ın beni çoktan hayatından çıkarmış, daha doğrusu beni hiç bir zaman hayatına almamış olduğunu gördüm. Bana karşı davranışlarında değişiklik yok, hep aynı ama bu aralar, aşkım, hayatım sözcükleri fazlalaştı. Bu davranışlarının bana karşı değişen duygularını, belki de başlayıp devam eden yeni bir ilişkiyi maskelemek için olduğunu hiç düşünmemiştim. Bakışlarında bana karşı sevgi hissetmiyordum, davranışları hiç güven vermiyordu ama bana duygu ve düşüncelerini açmadan hayatımız hakkında kararlar aldığı ve bunları uygulamaya koyduğu gibi olasılık hiç aklıma gelmemişti. Birden kafamda ışık çaktı, olayları birbirine bağlayınca, "Tabii ya, ben bunları daha önce de yaşamıştım, nasıl oldu da uyanamadım." dedim kendi kendime. O andan itibaren nasıl oldu bilmiyorum, onu hayatımın geçmişte kalan değersiz bir parçası gibi görmeye başladım. Ne beni sevmediği, ne de başka bir kadınla bir şeyler yaşadığı düşüncesi içimi acıttı. On yıl önceki ihanetini öğrendiğimde hissettiğim çıldırasıya kıskançlıktan eser yoktu. Sadece, benim hayatımla ilgili alınan karar neden bana söylenmedi, neden hala beni kandırmaya devam ediyor, bu duygular dehşetli rahatsız etti beni.

Ben, bütün bencilliğine, hatalarına, yanlışlarına, ihanetine rağmen sırf çocuklar için aile birliği bozulmasın diye ömrümü onunla geçirebilir miyim diye her yolu denerken, o kendisine çıkış bulmuş fakat beni de elinde tutabilmek için, aşkım-hayatım-canım... edebiyatına devam ediyormuş. Nereye kadar saklı kalabilirdi ki ... Aklında boşanıp başkasıyla evlenme planı var mı, sanmam; kapalı kutu, duygularını hiç ele vermez. Evlilik denen yıllardır sürüklediğimiz boş çuval hakkındaki kararı nedir bilmiyorum ama ben içim hiç acımadan onu hayatımdan çıkardım. Henüz yatakları ayırmadım ama yabancı gibi her birimiz yatağın en ucunda yatıyor, birbirimize değmemeye özen gösteriyoruz. İçimde ona karşı hiç bir duygu ve istek kalmamış. Buraya kadarmış, diyorum; yıllardır hayatım, sağlığım pahasına yuvamı ayakta tutmak için mücadele ettim, dikiş tutmadı ...

Serkan'ın öfke patlamalarından sonra ondan duygusal ve bedensel olarak uzaklaşır, bir süre ruhumu onarmaya,yaşadıklarımı hazmetmeye çalışırdım. Günler, bazen haftalar sonra barışır, aynı şeylerin bir süre sonra tekrar yaşanacağı korkusuyla devam ederdim sınırlı iletişimime ...Ruhumun ne kadar yaralandığını, incindiğini, kırıldığını; sevmeye, sevilmeye ne kadar aç olduğumu, hiç bir zaman bütün olamadığımızı, kendimi çok yalnız hissettiğimi, hiç bir acımda onu yanımda bulamadığımı ... hiç ama hiç bir şey anlatamazdım ona, duygularıma dair ... Sadece onun belirlediği sınırlar içinde, duymak istediklerini söyleyerek, arada sohbet  ederdik. Bu göstermelik iletişim çocuklar yatıncaya kadar sürer, daha sonra o rakı tepsisini hazırlayarak, geç saatlere kadar ya balkonda oturur ya salonda televizyon izlerdi. Bense, hem zamanım olmadığı, hem de çocukları televizyondan uzak tutmak için örnek olmak amacıyla televizyon izlemez, yatak odasına çekilerek yoga yapar, kitap okur, günlük yazardım.

Yatağa o kadar geç gelmesinde hiç kasıt aramamıştım o güne kadar. Birdenbire aklıma geldi; benim birlikte olma isteğimle karşılaşmamak, buna mecbur kalmamak için yatağa ben uyuduktan çok sonra geliyordu muhakkak... Benimle hiç bir tensel temasının olmaması için yatağın en ucuna uzanır, sırtını bana döner öyle uyurdu. O kadar uzağımda yatardı ki aramızdaki boşluktan soğuk girer, beni üşütürdü. Belki birlikte olduğu kadına söz vermişti, benimle beraber olmayacağına dair. Ben hayrını görmedim, varsın başkası görsün!!! Birbirlerinin gerçek yüzünü gördükten sonra, diğer ihanetinde olduğu gibi yalvar yakar bana dönmeye çalışmasın da kiminle ne yaparsa yapsın Benim ondan sıtkım sıyrıldı, onunla bir gelecek ümidim kalmadı; çocukları utandıracak durumlara düşürmesin de kendini, kiminle ne yaparsa yapsın...


18 Şubat 2014 Salı

AMAN TAKLAYA GELMEYELİM !!!...

Bir yandan, nasıl olsa Amazonluğa alıştım, tek başıma şu hayatın hakkından gelirim evelallah, diyorum, bir yanım da, bana omuz verecek, güç verecek, beni sarıp sarmalayacak biri olsa ne olurdu yani, diyorum ... Feysbuktan sarkanların hepsini bertaraf ettim ama bir yıldır peşimde Salih; ne onunla bir hayata başlayabiliyorum ne de onu tamamen hayatımdan çıkarıp atabiliyorum. Sayısız profille beni kazanmaya çalışıyor, fark ettiğim anda engelliyorum ama beni kazanmaya çalışması hoşuma gidiyor. Her gün birkaç defa onun olduğunu bildiğim sahte isimle açılmış sayfaya bakıyorum, bana bir mesaj, dokundurma var mı diye, öyle bir paylaşım gördüğüm zaman eteklerim zil çalıyor, güne dayanmak için enerji kazanıyorum. Bazen, ben bitiremiyorum, keşke o benimle ilgili bir paylaşım yapmasa, beni unutsa, kendini hiç hatırlatmasa da iki arada bir derede kalmaktan kurtulsam, diyorum.

Salih bugün  Goodbye şarkısını paylaşmış. Sanırım beni kazanacağına dair ümitleri tükendi. Pek öyle olduğunu sanmıyorum aslında; sadece bu profilinden ümidi kesmiştir, bu sayfasını da bilmem kaçıncı ölü profil olarak terk edecek, diğer profillerinde oyalanmaya, kadın avlamaya devam edecektir. Yemin billah söylediği gibi, kadın avcısı değil mi yoksa, benim yüz çevirmem, ümitsizliğe düşürmem nedeniyle mi gitti kucağına hooopp diye düşen o kadına ... Erkek milletinden öyle sıtkım sıyrılmış ki, nerdeyse orda kalsın, benden uzak dursun istiyorum ama bana takıldı kaldı, gitmiyor, unutmuyor, ya inat etti elde edeceğim diye ya da gerçekten aradığını bende buldu, bilemiyorum, ben koparıp atmaya çoktan hazırım ama bir yerlerden çıkıp kendini hatırlatmasa ...

Onu tanıdığımda MHP'li olduğunu söylemişti, son profilinde sıkı bir CHP'linin paylaşımları var, kendini bana beğendirmek için sanırım. CHP afişlerinin üstüne koyduğu fotoğraflarını paylaşıyor. CHP Tek Başına İktidar Olacak; Tek Çözüm CHP, Vatanını Seviyorsan CHP'ye Katıl, Ya Şimdi Ya Hiç ... Aaaaahhhhh aşk sen nelere kadirsin, MHP'li Salih beni kazanmak için CHP'li numarası yapıyor; CHP'li Sevda Salih'e yaranmak için milliyetçi, dinibütün ayaklarına yatıyor, akşama kadar dua, din-iman, Asena, ülkücü paylaşımları yapıyor. Feysbukta sahtekarlık almış başını gidiyor. Bir beni değiştiremedi, değiştiremez de ... Sade suya tirit ilişki arayan kadın ve erkeklerin avlanma sahası feysbuk, bu maceradan da bu dersi aldım ve bundan sonraki hayat yolumu birlikte yürüyeceğim erkeği feysbuktan bulamayacağımı öğrenmiş oldum böylece. İyice soğudum feysbuktan, kadın-erkek avcıları, klavye Atatürkçüleri, sahte yurtseverler akşama kadar tuşları parmaklayıp onu bunu beğenerek bir işe yaradıklarını sanıyorlar. Ne zamandır şöyle bir bakıp çıkıyorum; insanları ve olayları takip etmek için. Bir de Salih'in sayfasını merak etmekten kurtulsam ...

Sevda da bir yıldır Salih için yanıp tutuşuyor, kafayı sıyırdı iyiden iyiye ... Fotoğraflarından klip yaptırıyor, Salih'e mesaj şarkıların fon müzikleri eşliğinde, durup durup paylaşıyor. Parasını sigaraya, giysiye döküyordu, bir de klip masrafı çıktı garibin. Olur olmaz yerlerde, ilköğretim çağındaki kızların pozlarıyla resimler çektirip paylaşıyor arka arkaya... Bu kadar feryat figana Salih şu kadına dönse, ben de kurtulsam o da, diye düşünüyorum ama Salih beni sabit fikir yapmış sanırım. Yine de affedemiyorum Salih'i, benden yüz bulamayınca boşluğa düşüp Sevda'ya yanaşması, kendini bu denli sevdirmesi, ümit vermesi, kadının hayatını alt üst edip kaçıp gitmesi, onun kişiliği hakkında olumlu düşünmeme engel oluyor. Böyle bir insanı nasıl hayatıma katabilirim!!!

Sevda Salih için, İbrahim Tatlıses'in Bir Kulunu Çok Sevdim şarkısını paylaşmış. Böylesine vıcık vıcık arabesk içimi bulandırıyor, istemeyerek de olsa bu aşk üçlüsüne dahil olduğum için kendime acıyorum, Allah'ım ne günlere kaldım, diyorum. Fotoğraflarından yaptırdığı kliplere de Sibel Can'ın Kış Masalı ve Rafet El Roman'ın Kalbine Sürgün şarkılarını koydurmuş; bir de Gözleri Ömre Bedel, Salih'in gözlerini anlatıp duruyor paylaşımlarında. Bir gün Salih'i kabul edecek olsam, bunda Sevda'nın yaptığı reklamların da payı olacak doğrusu; insan merak ediyor, bu adamda ne var bu kadar vaz geçilmez olan ...



Sayelerinde feysbuk aşklarını öğrendim; bir fotoğraf, bir şarkı, bir şiir, bir çiçek, bir duygusal söz paylaş, hooop oldu da bitti maşallah!!! Salih'i geri döndürmek için ne taklalar atıyor kadıncağız, özellikle cumaları sayfası dilenci dualarıyla doluyor; Cuma Duası, Bereket Duası, Karınca Duası, ilahiler ... Elinde kadeh eğlence mekanlarında dolaşan kadın Cumaları Müslüman oluyor, öbür günler Allah versin; tabii Salih yerse, o da yemiyor ...

Cidden kafayı yemiş bu kadın, şimdi de önceki fotoğraf klibini tekrar paylaştı, harika, yorumuyla, kaçıncı kere ... 44 yaşında kadın, babaanne olmuş, beş yaşında torunu var, ilköğretim öğrencisi kız pozları vermiş, acınacak durumda. Kırışık suratlı bir at kafası kadın gövdesinde ama vay anam vaaaaayyyyy, bu ne kendine güven, sanırsın Afrodit... Boşuna dememişler, insanoğlu on, dokuzu don, diye; pahalı marka kıyafetlerine güveniyor belli ki ... Güzellik abidesi, aşk kadını, sevda kadını Sevda ... İnsan kendini beğenmezse çatlar, diye boşuna söylememişler. Şimdi de üçüncü klibini paylaştı; memleket elden gidiyor, ben neyin derdindeyim bu kadın neyin derdinde!!! Bir de sıkı CHP'li, sapına kadar Atatürkçü ayaklarına yatmaz mı, ölür müsün öldürür müsün; sevsinler seni klavye Atatürkçüsü, boş zaman Cumhuriyetçisi seni ...

BAZEN YARIM HATTA ÇEYREK KALIRIZ AMA HAYAT HIZ KESMEZ ...



Son zamanlar sürekli kalp ağrısı, çarpıntı, ritim bozukluğu ... Hangi organın ben burdayım diyerek kendini hissettiriyorsa orda bir sorun vardır der ya doktorlar; ben de bir çare bulmak için hastaneye gittim. Doktor, yaptığı tahlillerden sonra kalbimde fizyolojik bir sorun olmadığını, strese bağlı kalp romatizması olduğumu söyleyince, 23 yıldır sürüklemeye çalıştığım evliliğime kafamda son noktayı koydum ve Serkan'ı hayatımdan kesin olarak çıkardım. Kararımı verdiğimde bir daha asla dönüş olmadığını biliyordum. Zaten başından beri benim boğazıma geçirilmiş pamuk ipliğine bağlı, bir evde iki ayrı hayat, iki yabancı olan beraberliği kafamda ve yüreğimde bitirdim; o günden sonra hiç kendime, acaba, diye sormadım. O güne kadar ciddi olarak üç-dört kez ayrılmayı düşündüğümü söylemiştim; her seferinde vaatlerle beni vazgeçirmişti. ama bu defa hiç bir sözle, hiç bir kimsenin araya girmesiyle geri dönmeyeceğimi biliyordum.

Kararımı verdikten sonra kendimi uzun bir esaretten kurtulmuş, özgürleşmiş, yıllar sonra ilk defa güneşe çıkmış gibi hissettim. Hayatımın ve kararlarımın sadece kendime ait olduğunu bilmek müthiş bir duyguydu. Bana hiç bir şey vermeyen, hep talep eden, hep alan kişiden kurtulmuş, sırtımdan çoookkkk ağır bir yükü atmış, ferahlamıştım. Hayatımın parçalanmış, dağıtılmış yapbozlarını toplamaya, yapıştırmaya, elimde kalanlarla yaşamaya değer bir hayat kurmaya bakacaktım bundan sonra. Duygularım, kişiliğim vahşi hayvanların saldırısına uğramış gibi darmadağın bir çiçek bahçesi gibiydi ama neredeyse tamamen yitirdiğim yaşama arzumu ve sevincimi tekrar kazanabilir, gönül bahçemi yeniden yeşertebilirdim.

Kendimi bulduğumda ruhen ve bedenen yaşlanmış, yıpranmış, yaşamaya takatimin kalmamış olduğunu gördüm. Oysa yıllarca hep gelecek günlerde mutlu olacağım, ertelediğim hayatın acısını çıkaracağım ümidiyle tutunmuştum hayata ... Şimdi ise hayatım tamamıyla benimdi fakat yıllarca özlemini çektiğim şeyleri yapmayı istemeyecek kadar yorgundum; örselenmiş, hoyratça hırpalanmış yaralı yüreğim avucumda öylece kalakalmıştım. Kendimi böyle görünce, ayrılma kararı verecek gücü bulduğum için bir kez daha kutladım kendimi... Bu ruh haliyle daha ne kadar katlanabilirdim Serkan'la yaşamaya??? Son zamanlarda sabahları uyanacak sebebim bile kalmamıştı ve İstanbul'da yeni bir hayat kurabileceğime inanmayacak kadar güçsüz, zayıf ve zavallı hissediyordum kendimi...

Serkan, gitmekten vaz geçeyim, kendisine köleliğe devam edeyim diye İstanbul'a yerleşme konusunda bana hiç destek olmadı, yardım etmedi, her zaman olduğu gibi yine hayat karşısında yapayalnız bıraktı beni. Ben bile kendime şaşıp kaldım, çok zor oldu ama sanki mucize gibi her şey yolunda gitti ve her şeyin üstesinden tek başıma gelebildim; İstanbul'da yeni bir hayata başladım. Serkan'ı bırakıp gitmek, kirli bir gömleği çıkarıp atmak kadar kolay oldu. Bıraktığıma içimin yanacağı, özleyeceğim, arayacağım tek bir anımın olmadığını gördüm. Yirmi üç yılı birlikte geçirmiştik ama bizim ne şarkımız vardı, ne hatıra bıraktığımız mekanımız; bizim evliliğimiz onun çıkar ilişkisiymiş, beni yıllar yılı yalanlarla kandırmış, ben de salakmışım, ne deyim !!!

Gökçe ve Berke de sanki çok sık görüşmedikleri bir komşudan ayrılır gibi kolay ayrıldılar Serkan'dan. Onların da babalarıyla biriktirdikleri anıları yoktu belli ki ... Serkan'la hayatımız  3+1 oldu hep. Gökçe, Berke ve ben üç kişilik bir aileydik ; Serkan kendini esirgedi hep bizden; hayatını korkunç bir bencillikle ayırdı, hep kendine sakladı. Bize dahil olmayı, dört kişilik bir aile kurmayı istemedi hiç; bazen bize dahil olmak kendini zorladığında da öfkesi burnunda sinirden patlayacakmış gibiydi hep... Sürekli eleştirdi, kınadı, suçladı, hakaret etti, incitti, örseledi, hırpaladı ... Ruhsal durumu bozuktu fakat bunu kabul etmiyor, iyi olmadığını, tedavi olması gerektiğini söylediğim zamanlar kendisinin değil benim ruh hastası olduğumu, evlendiğimizden beri hiç iyi olmadığımı söylüyordu sürekli. Ayrılma kararımı bildirdikten sonra depresyon ilaçları kullanmaya başladı; onun alfabesinde bunun anlamı, hasta olduğumu kabul ediyorum, bak ilaç kullanmaya da başladım, ne olur gitme, demekti ama yirmi üç yıldan sonra geçmiş olsun; bad-ül harab-ül Basra; Basra harap olduktan sonra !!!...

7 Şubat 2014 Cuma

HERKES FACEBOOK ALFABESİYLE KONUŞUYOR; BİR BEN ÖĞRENEMEDİM …



Sevda nerdeyse bir yıldır bıkmadan usanmadan Salih’i geri döndürmek için yalvarıyor, ağlıyor paylaşımlarında. Bazen eyvallahsız, başı dik kadın ayaklarına yatıyor ama kendi de yemiyor bu pozları, bir paylaşım sonrasında yine salya sümük ağlamalar, özledim, seviyorum, uyuyamıyorum, geberiyorum… mesajları. O bu kadar acı çekmese Salih’le bir başlangıç yapardım belki ama Sevda’nın bu kadar acı çekmesi beni durduruyor; madem onun için bu kadar önemli, belli ki çok şeyler yaşamışlar birlikte, ben kolayca vaz geçebilirim, Salih peşimi bıraksın, Sevda’ya dönsün, mutlu olsunlar diye bekliyorum; Salih’in mesajlarına sessiz kalıyorum ama kardeşim nerdeyse bir yıl dolacak ne Sevda Salih’ten vazgeçti, ne Salih benden; tek inatçı olmayan ben miyim bu üçlüde ???  Aman da ne üçlü ya; garabet üçlü … Ne olaydı bana Salih gibi bir yıl boyunca ısrarla, inatla asılan, gönlümün soru işaretsiz kabul ettiği, kalan yıllarımı birlikte geçirmeye içimde en ufak bir şüphe olmadan ‘evet’ diyeceğim kişi olsaydı … Neylersin işte; Salih, kör talih …

Sevda da tıpkı Salih gibi, liseli aşık kıvamında paylaşımlar yapıyor; ne güzel, aynı dilden konuşuyorlar, Salih ona dönse de hayatımdan çıksa, birlikte  mutlu mesut yaşasalar … Sanırım ben bu dünyaya ait değilim ve yine sanırım bu dünyaya ait bir erkekle gelecek düşünmemeliyim. Marslı erkekler nasıl acaba, onların da dünyalılar gibi duygusal zekaları on beş yaşında düzeyinde midir ???

İşte Sevda’nın paylaşımları … Allah’ım, niye beni de onlar gibi yaratmadın ???????

Ne rüzgar anlatabilir fırtınayı
Ne de yelkenli
Sürüklenişimi
Ne ben anlatabilirim
İçimdeki sensizliği
Ne de sen
Anlayabilirsin
Anlatamadıklarımı…

Sevda’nın bir başka paylaşımı; paylaşımlarının hepsi kopyala yapıştır, içlerinde ruha, yüreğe dokunan, kendisine ait bir kelime yok. Benim, sadece  “özledim” kelimemle koşarak gelecek adamı yüzlerce hazır paylaşımla getiremiyor işte; zamane feast food aşkları …

Güneş gibi sevmedik,
Akşam batarız diye.
Yıldız gibi sevmedik,
Kayar düşeriz diye.
Rüzgar gibi sevmedik,
Eser geçeriz diye.
Allah için sevdik,
Ahrette dahi
Bitmesin diye…

Hazırlop paylaşımlarla gerçekten duygulanıyorlar mı bunlar allasen ??? Salih bana kendine ait tek cümle yazsaydı, ona giderdim belki de … Kararsızdım, soru işaretleri vardı kafamda, beni ikna edecek cümleyi yazmaması işime geldi, akışa bıraktım, hayatıma kimseyi alacak durumda değildim, zamanla unutmayı seçtim.

Sevda arada delleniyor Salih’e laf sokuşturuyor: “İçimde birikmiş bir kamyon öfke var… Lakin kimin üzerine yıkacağım konusunda fikrim yok…”
Bazen de Salih’e hıncını belli ediyor; “İntikam almayı sevmem ama ödeşmek adettendir.” gibi paylaşımlarıyla.

Salih’in kendisini Facebook'tan takip ettiğini varsayarak yaşıyor; “Sinirlerim çok saygılıdır benim; bazılarını görünce ayağa kalkar.” türü paylaşımlarıyla sürekli ona hitap ediyor.

Bazen kendisini benimle kıyaslayarak, Salih’e akıl veriyor kendince:

Asalet boyda değil soyda,
İncelik belde değil dilde,
Doğruluk sözde değil özde,
Güzellik yüzde değil yürekte,
Olmalı!!

Salih’ten ses çıkmayınca belki yüzünce kez yine karar alıyor;

Hayatıma format attım
Geçmişime RESET attım
Beni üzen ne varsa
Geri dönüşüm kutusuna kattım…
OHH BEEE
Rahatladım:)

diyor garibim, bir türlü rahatlayamıyor ama...  Salih’le ne yaşamışsa yaşamış, unutamıyor bir türlü. Bir gün Salih’i kabul edecek olsam, sırf bu kadının reklamlarından olacak. Ben kendimden sekiz yaş büyük adamı yaşlı bulurken, bu kadın kendinden on dört yaş büyük adam için bir yıldır yanıp tutuşuyorsa, bunda bir iş var, bu adamda benim bilmediğim bir şeyler var, diyorum bazen …

Kendine moral vermek için sık sık şu paylaşımı yapıyor Sevda:

Aklımı almaya aklın yetmez
Uğraşmaya sabrın yetmez
Ben kendimden bu kadar eminken
Alayı gelsin hiç fark etmez

diyor diyor ama bir sonraki paylaşım, Zekai Tunca’nın Gülü Susuz Seni Aşksız Bırakmam şarkısı; deli oldu kadıncağız. Şuna şaşıyorum; bu kadın babaanne, otuz yaşına yaklaşmış oğlu var, nasıl böyle açık açık paylaşabiliyor kendisini terk edip başka kadının peşinden koşan bir erkek için ağlayıp sızlayan yakarışlarını ???  Oğlu utanmıyor mu hiç, “Anne, yapma ayıp oluyor, çevremden utanıyorum, bari gizli profil aç…”  demiyor mu diye düşünüyorum bazen.

Gözlerini gözlerime mühürlediğimden beri
Hiçbir bakış silemedi GÖZLERİMDEKİ SENİ...

Tahammülsüzüm, eyvallahım yok kimselere… Samimiyetler sahte geliyor artık … Birçok insana güvenmiyor, bakıyorum, seçiyorum, gülüyorum, geçiyorum!...

diye kendine gaz vermeye çalışıyor ama yemiyor, ne yazık ki içi kan ağlıyor, özlemle yanıp tutuşuyor zavallı Sevda … Beni başka bir kadın için terk eden adamın canı cehenneme, bir damla gözyaşıma  kurban ederim onu, adını bile anmam, diye düşünüyorum. Sevda gibi kadınlar kadınlığı ucuzlatıyor, ayağa düşürüyor. Erkekler bütün kadınları öyle sandığı için sanırım erkeksiz bir hayat kurmalıyım kendime; BEN ONLARDAN DEĞİLİM, demenin ne anlamı olur ki ... Bu alemde nasılsa herkes, ben farklıyım, ben özelim, ben güzelim... diyor. Kömürle elmas birbirine karışmış, kimsenin tonlarca kömür arasındaki elması arayıp bulmaya zamanı ve niyeti yok ... Bana gelince,  bütün dünyayı aramam gerekse de, bana Doğu'nun Şule'ye baktığı gibi bakacak adamı arayacağım; bulamasam da ümidiyle yaşamak bile güzel ... Karıncanın Hac yolculuğu hesabı; bulamasam da yolunda ölürüm ...

BEN HEP KENDİMİM; ROL YAPMAYI BİLMİYORUM …

Salih onu tanıdığımdan beri bilmem kaçıncı profilinde, ben hep aynı profilimdeyim... Görüştüğümüz zamanlar, "Kırk profilim seni bulmak içinmiş, şükürler olsun ki seni buldum..." diyordu. Sonra benim boşanma sürecindeki bunalımlarım, kararsızlıklarım ...  kısacası benim Türk kadını olmakla ‘kadın’ olmak arasındaki ‘gel-git' lerim ortalığı toza dumana kattı. Sayemde kafayı yiyen Salih, yine feysbuktan tanıdığı  çirkin sözcüğünün sözlükteki karşılığı bir tip olan  Sevda’yla kısa bir macera yaşadı. Bu ilişkiyi normal güzellik ölçülerinde bir kadınla yaşamış olsaydı, Salih'in değeri gözümde bu denli düşmezdi; ölçü Sevda olunca, Salih için, demek ki bu adam bu kadarlıkmış, kanaati oluştu bende ve onu bir daha kendime layık göremedim.

 Biz komik aşk üçgeni üçlüsü, bir yıldır birbirimizi takip ediyoruz, diyordum … Salih bana fotoğrafıyla bir paylaşım yapmış;

Gizli gizli sev beni, kimse bilmesin
Bir ayıbı saklar gibi üstü kapalı söyle sevdiğini .
Kendinden saklarmış gibi ve her an bir patavatsızlık yapıp, adımı ulu orta sayıklamaktan
Korkar gibi sev..
Ne yaptığını, neyi sevdiğini bilmeden sev beni..
Laf olsun diye sev, dondurmayı limonlu seviyorum diye sev beni..
Ben varım diye güneşin doğduğuna inandığın için sev beni..
Kimsesizmişim, sen sevmezsen öksüz kalacakmışım gibi sev..
Tek giyeceğim senin teninmiş gibi sev beni.
Tutsan yakacakmışsın, bu yüzden duruyormuşsun gibi.
Yine de ellerin olmasa içim donacakmış gibi sev beni..
Gözlerimin sıradan bir rengi olduğu için sev mesela..
Hevesim hep kursağımda kaldığı için …

Sen böyle hazır paylaşımlarla seslenirsen, hevesin hep kursağında kalır; bir tek hece olsun, senin olsun, “gel”, “özledim” de mesela; bu kadar laf kalabalığından daha etkili olur, diye geçiyor içimden. Ben bu iletişim diliyle nasıl anlaşacağım, erkek cinsini toptan hayatımdan çıkarmalıyım sanırım, bunlar bizim lise günlüklerimizdeki cümleler; Salih belli ki o yıllarını yaşamamış, yaşayamamış; elli sekiz yaşında, on dokuz yaşındaki ergenlerin alfabesiyle konuşuyor; ben bu iletişim diline nasıl dahil olabilirim peki??? Aklıma geldi işte; aşk bir sudur, iç iç kudur … lisedeki hatıra defterimden aklıma geldi, yoksa böyle değil miydi???

Yine damar damar arabesk bir paylaşım Salih’ten; kime gelsin, belli ki bana gelsin, yersem … Bu adam üniversiteyi Almanya’da okumamış mıydı; neyse, yemiş gibi yapalım;

Kırgın mıyım yoksa küskün mü, bilmiyorum. Kırılmaya da hakkım yok, biliyorum. Ben sadece seninle aşkı yaşamak istiyorum. Öyle gelişigüzel bir aşk değil, şu kısacık ömrümü ömrüne kat istiyorum. Sana kızmak, sana bağırmak, sana konuşmak, sana susamak… İçinde sen olan ne varsa seninle yaşamak istiyorum ama hakkım değil biliyorum. Bizi bizden daha çok sev, koru, sahip çık istiyorum ama… Ama hakkım değil biliyorum. Bir lokma ekmek, bir yudum su yeter, sen gel… Derdini bölüştür, sevincini paylaştır, yanacaksak da birlikte yanalım diyorum… Ama hakkım değil biliyorum. Özür dilerim, HAKKIM OLMADAN SENİ SEVİYORUM…

Bu iletişim dili bana yabancı; ben kitap harfleriyle, hazır paylaşımlarla konuşamam; tek kelime olsa da sözüm, kendi cümlemdir; Salih kes kopyala yapıştır yaptığı bu ifade biçimiyle benim hologramlı görüntüme kavuşabilir ancak, diyorum.

Takip ediyorum, diyorum ya; Sevda’nın paylaşımlarına bakalım bir de …

Öyle biri ol ki hayatımda
Gören imrensin,
Benim niye yok desin…
Öyle bir sev ki beni, hiç bitmesin…
Öyle bir seveyim ki seni
Başka kimse sevmeye cesaret edemesin
Ve öyle biz olalım ki
Önümüze kimse geçemesin…

Bunlar tam birbirlerine göre, liseli aşık kıvamında, ben neredeyim yaaaa, diye düşünüyorum.


Sevda, Salih terk ettikten  sonra milliyetçi ve dinci paylaşımlarla onu geri getirmeye çalışıyor. Bereket duaları, karınca duaları, cumaları baştan aşağı dualı paylaşımlar gırla … Zevk sefa kadını Sevda, Salih’i elde etmek için dine imana geldi ama sadece cumaları … Diğer günler elde kadeh, mekanlarda göbek attığı resimlerini paylaşıyor. Fotoğraf paylaşmak hastalık oldu garibimde; sürekli paylaşıyor aynı fotoğraflarını, bir de fotoğraflarından klip yaptırmaya başladı, paylaşıp duruyor. Salih’le neler yaşamışsa, salya sümük ağlayıp Salih’i geri döndürmeye çalışıyor nerdeyse bir yıldır. Benim için vazgeçilmez değil Salih, hediyem olsun, vereyim sana, peşinden ağlayıp sızlayacak bir şeyler yaşamadık biz ama sanıyorum sadece ben böyle düşünüyorum; Salih benimle telefon görüşmelerinde ve Facebook yazışmalarında ne bulmuşsa bulmuş, beni hiç görmeden de ömür boyu seveceğine dair yeminler edip duruyor bildiğim son sayfasında … Sanırım Sevda için yapabileceğim bir şey yok; ben Salih’e geri dönmesem de, Salih onu defterden silmiş; yine de belli olmaz, erkek milleti …

BİZİM KOMİK AŞK ÜÇGENİ …



Arka bahçem, diyorum ben ona; toplum içine çıkarken güçlü, kararlı, güzel, hayatın tozunu attıran görüntümün bir de arka bahçesi var. Orda hayal kırıklıklarım, ümitsizliklerim, beklentilerim, zavallılığım, yalnızlığım … var. Arka bahçemdeki ben’e şaşıyorum bazen; sen bu kadarcık mısın yaaaa; hani çok güçlüydün, Hükumet Kadındın, diyorum ona.

Feysbukta komik bir aşk üçgenimiz var, kendime ne kadar gaz versem de o defteri kapatamıyorum. Kendi kendime, “Mükemmel olmak zorunda değilsin, bu da senin zayıf halkan…” diyorum. Benim durumumdaki bir kadın için mükemmel olmak nedir? Yirmi üç yıllık evliliğinde ihanete uğramış, sevilen kadın olmamış, sevildiğini hissetmemiş, çocuklar babasız büyümesin diye her çileye katlanmış, yalnız başına iki çocuk ve kendine hayran bir kocayla hayatı sırtlamış bir kadının elli yaşına yaklaştığında saçlarını okşayan, değer veren, güzel olduğunu hissettiren, sığınacak liman olan, güç veren, başını omzuna koyup ağlayabileceği  bir erkeği hayatına istemesi zayıflık mıdır? Türk filmi gibi oldu yaaa; filmde görsek, bu kadar da olmaz, deriz, oldu valla, hepsi oldu, ben yaşadım, gördüm …  

Kadının kendisine bütün bu duyguları yaşatan bir erkekle beraber olmayı istemesi istemesi ayıp mı, günah mı, suç mu ??? Biz kadınlar, cinselliğimizi yok sayıp öldürdüğümüz zaman  erkeklerin gözünde saygıdeğer olabiliyoruz ancak. Cinsellikten arınmış bir kadın onların hayatında değerli ve kutsal olabiliyor ancak ... Onlar her koşulda, her ortamda bedenlerini doyururken, biz kadınlar cinselliğimiz yokmuş gibi yaşamak, kendimizi ev işleri, alışveriş, çocuklarla avutarak cinselliğimizi baskılamak zorundayız. Doğaya aykırı bu rolü bize dayatırken neler hissettiğimizi biliyor mu kader yazıcılarımız muhteşem erkekler??? Kendilerinin gidermek için dört kadına ihtiyaç duydukları cinsellik güdüsünün bizde de olduğunu, hafif kadın, orta malı, orospu, ellere var bize yok mu … gibi mide bulandırıcı tanımlardan kaçınmak için kadınlığımızı anneliğimizin güneşinde kuruttuğumuzu bilseniz ne yazar!!!... Kadınlar ayaklanıp, ben sadece anne değilim, kadınım kadın, benim ne isteyip istemediğime sen karar veremezsin erkek milleti; dinin arkasına saklanma, vicdana, kalbe, yaradılışa  aykırı hiçbir şey dinde olamaz, demedikten sonra … Kadınlarımız başörtüsüyle Meclis’e girdikleri için pek mutlular belli ki, neleri kaybettiklerinin farkında değiller … Bu rol paylaşımına karşı olsam da, yirmi üç yıllık evliliğimde aldatıldığım yıllarda  ve bitirme kararı verdiğim son iki senede cinsellikten arınmış kutsal anne, kutsal kadın olmanın dışında bir yaşamı kendime yakıştıramadım. Psikiyatride bu duruma, öğrenilmiş çaresizlik deniyor.

Salih, Sevda ve benden oluşan komik bir aşk üçgeni demiştim … Bir yıldır birbirimizi takip ediyoruz. Ben Salih’le bir gelecek için başlangıç yapmaya karar veremeyince, Salih boşluğa düşüp yine feysbuktan Sevda ile kısa bir macera yaşamıştı. Ben bunu öğrenince de Sevda ile ilişkisini bitirip, beni kazanmak için her yolu denemişti, feysbuktan tabii ki … Kendime şaşıyorum ama hala Salih’in sayfasında bana bir gönderme varsa gururum okşanıyor, sekiz köşe oluyorum. Bugün bir paylaşımında, ‘Sen benim görmek için bakmaya gerek bile duymadığım ezberimsin.’ ‘Bir körün bir sağıra ‘çok güzelsin’ demesi gibidir aşk.’ demiş; bir yıldır ben kaçıyorum o hala benden vazgeçmedi, acaba gerçekten seviyor mu, kaçmakla bu yaştan sonra mutluluk fırsatını mı tepiyorum, diyorum ama ne başlayabiliyorum ne de bitirebiliyorum; öğrenilmiş çaresizlik bu işte …

Salih’in geçmiş günlerdeki paylaşımlarını dolaşıyorum, 2 Temmuz 2013 tarihli paylaşımında duraksıyorum;

Dün gece, el ayak çekilince,
Kurdum mahkemeyi
Yargıladım yüreğimi…!
Aklım HAKİM… Vicdanım SAVCI…
Duygularım TANIK… Yüreğim SANIK…
Avukata gerek duymadık… Sordu Hakim;
Nasıl seversin bunca zaman sen…?
Boyun büktü yürek, Ah bir bilsen…!
Duygular kıpır kıpır söz istediler…!
Hakim Bey, sevmek hangi yasada suç…?
Peki, dedi Hakim… Vurdu yeniden tokmağı,
SEVDİĞİN KARŞILIK VERDİ Mİ BARİ…?
YÜREK yine kırık, yine ezik…
BEN KARŞILIK İÇİN SEVMEDİM Kİ…

Biz bu tür şiirleri ortaokul en fazla lise yıllarında yazar ve beğenirdik; elli yaşımda bana olan duygularını bu paylaşımıyla ifade etmeye çalışan bir erkek var karşımda; üstelik benden sekiz yaş büyük … Hayatımda erkek defterini tamamen kapatasım geliyor…

Salih 3 Mayıs günü  kallavi bir araba önünde çekilen resmiyle şu sözü paylaşmış; Her günüm seninle başlar ve biter, vazgeçemediğim … Sözler arabaya mı, bana mı yoksa başka bir kadına mı, bilemiyorum; sanırım arabasına aşık olan erkeklerden o da …  Ne de olsa ortalık yabancısı da yerlisi de gözümüzün içine içine sokulan umutsuz ev kadınlarından geçilmiyor. Kadın bulunur araba bulunmaz …

Bizim komik aşk üçgeninde izledikçe karnımı tuta tuta güldüğüm bir durum var; Salih MHP’li, Sevda CHP’li,ben İşçi Partiliyim; yani idik … Birbirine yaranmak, bak ben de senin gibiyim mesajı vermek için siyasal eğilimler değişti zaman içinde. Sevda’nın paylaşımlarında Salih’e yaranmak için din iman, Cuma, karınca duası, bereket duası … paylaşımlarından geçilmiyor; kadın dine imana geldi Salih’i kazanmak için … Salih MHP’liydi şimdi beni kazanmak için en gözükara CHP’li, Atatürkçü … Ben, bu komik aşk üçgenine dahil olmadan önce de İşçi Partiliydim, şimdi de İşçi Partiliyim. Benim İşçi Partililiğim hikaye değil; kapitalizmin gereği  kokuşmuş, yozlaşmış  ilişkileri engellemezsek gülün gül ile tartıldığı ilişkileri yaşayamayız çünkü … İmkansız olduğunu biliyorum ama bu da benim ütopyam; bana Doğu Perinçek’in Şule’ye baktığı gibi bakacak insanı bekliyorum… Bulamazsın, diyor bir yanım; öbür yanımın  cevabı, Hacca giden karıncanın cevabı; varamasam da yolunda ölürüm …