29 Nisan 2014 Salı

YAZMAK ZEHİRİMİ ALIYOR

7 Aralık 2008 Pazar tarihli günlüğüm

İlk defa bu doğum günümde "İyi ki doğdum!" demek istedim ve doğum günlerimde Serkan'dan hatırlanmayı beklemeyi bıraktım. Özel günler ona oldum olası eziyet olmuştur; hatırlamak, hediye almak, kadına değer vermek, hele ki bana ... bunlar onun kişiliğine ters gelen davranışlar. Bu gün ilk defa doğum günümü hissederek yaşadım.

Eski okulumdan iki öğrencim çiçek alıp okula gelmişler; boş derslerimde, hazırladığım okul dergisi için matbaaya gitmiştim, çocuklar beni okulda bulamayınca eve telefon etmişler; Gökçe, parkın orada buluşup almış çiçeği. Geçen yıl da bana sınıfça doğum günü partisi düzenlemişlerdi. Pastayı keserken bütün sınıf, "İyi ki doğdun Hocam" derken birden, ""İyi ki doğdun Anne" demeye başlayınca çok duygulanmış, bastıran ağlama isteğini zor zapt etmiştim. Öğretmenlik hayatım boyunca aldığım en büyük armağandır bu anım ...

Bu gün ilkin arkadaşım Tülin'le, Cem Yılmaz'ın AROG filminin ilk gösterimine gittik. Bir kaç espri dışında kimse gülemedi. Uzadıkça uzadı film, gece on birde bitti. Oradan, Aile Meyhanesi diye bilinen bir yere gittik. Klarnet, kanun ve darbuka ile fasıl müziği vardı. İkişer bira içtik. On ikide müzik bittikten sonra saat bir buçuğa kadar sohbet ettik. Eve döndüğümüzde Tülinlere çıktık, annesi otlu börek ve ev ekmeği yapmıştı, sıcak sıcak yedik. Sabahın dördüne kadar sohbete devam ... Eve gelir gelmez Serkan kapıda karşıladı, "İyi misin?" diye sordu. Galiba o saate kadar içtiğimi sanmıştı. Balığa gideceğini söyledi, saat beşe doğru bir buçuk saat mesafede bir yere balık tutmaya gitti.

Son zamanlarda Serkan'ın aksiliği, öfkesi iyice artmıştı. Sudan sebeplerle tartışma çıkarıyor, bizi sürekli taciz ediyor, evin içinde pimi çekilmeye hazır dinamit gibi gezinip duruyordu. Her zaman arkadaşlarının yanında şen şakrak, şeker şerbet biriyken evde somurtkan, tahammülsüz bir insandı fakat son zamanlarda aramızdaki gerginlik artık elle tutulur bir hale gelmişti neredeyse. Sorunları konuşamıyorduk bile. Benim, çözüme zorlamak veya çözümsüzlüğe, incinmişliğime, hakaretlerine tepki olarak gösterdiğim davranışlarıma aynı şekilde suskunlukla karşılık verince, onu kazanabileceğime olan inancım iyiden iyiye sarsıldı. Ben darılıyor, konuşmuyorsam o da küsüyor. Ben sırtımı dönüp yatıyorsam, o da yatağın diğer ucuna gidip sırtını dönüyor.Zaten sorunları konuşmak da çözüm olmamıştı hiç bir zaman. Ben, onun sinirlerinin bozuk olduğunu söyleyip psikiyatriste gitmeye razı etmek için uğraştıkça, o da asıl benim ruh hastası olduğumu söyleyip, "Çocukları bana karşı kışkırtıyorsun, onları zehirliyorsun..." diyordu. Ben yıllardır sorumluluklarını yerine getirmediği, hayatın bütün yükünü benim üstüme yıkıp kendi hayatını yaşadığı için pişmanlık duyup özür dilemesini beklerken; onun, kendisinin yıllardır ruh hastası bir kadını idare ettiği için çok yüce ruhlu olduğunu söylemesi bende ipleri kopardı. O anda yaşlılığımı onunla geçiremeyeceğimi, buna gücümün yetmeyeceğini anladım. On sekiz yılımızı birlikte geçirdik ama hiç bir zaman 'bir' olamadık, 'birlik' olamadık, 'biz' olamadık. Olma ümidimi yitirince gerçekler gözüme açık seçik göründü. Ben, hayalimdeki evliliği yaşatmak için yıllardır kendimi kandırmışım. Beni sevmediği, kadın olarak görmediği, değer vermediği ortadayken, ben görmezden gelmişim; kendimi, beni sevdiğine inandırmışım. Birbirimize çok yakıştığımıza, güzel bir evlilik yaptığımıza, imrenilecek bir beraberliğimiz olduğuna inandırmışım kendimi. Gökçe bile, Serkan'ın bana yaşattığı acılardan, ihanetten hiç bahsetmemiş olmama rağmen, aile içindeki ilişkilerimizi değerlendirerek şöyle demişti bana; "Sen gerçekten babamın seni sevdiğini mi zannediyorsun, bu yaştasın ama Teletabiler (çocukken en sevdiği karakterler) kadar safsın, o seni kullanıyor!"


Çocukları, özlemini çektiğim aile yuvasında büyütebilmek için öyle çok acıyı, yükü omuzlamışım ki, birden korkunç derecede yorulduğumu hissettim. Kalbim zorlanmaya başlamıştı. Serkan'la ve geleceğimle ilgili belirsizlik psikolojimi bozmuştu. Sekiz aydır depresyon tedavisi görmeme rağmen toparlanamıyor, hayata tutunamıyordum. Ne yapacağımı bilemez durumda çaresizlikten kıvranıyordum. Bir türlü kendimi güvende hissedemiyordum. Sağlık sorunlarımla boğuşuyorken, Serkan'ı daha fazla taşıyamayacağımı, aksi halde sağlığımın ve hayatımın ciddi olarak tehlikede olduğunu gördüm. İçimde Serkan'a karşı acıma dışında hiç bir duygu kalmadı. Ne öfke, ne nefret, ne kin, ne de intikam duygusu, sadece merhamet ... Kurduğu küçücük dünyasında yaşıyor, o dünyaya, benden geçtim çocuklarını bile kabul etmiyor. Çocukların büyüme aşamalarını yaşamıyor, kendi etrafında dolap beygiri gibi dönüp duruyor. Çocuklarının güvenini ve saygısını kazanamamış olmak ona en büyük ceza, elbet bir gün bunun farkına varacak; benden alıp götürdüğü hayatım için ona bundan daha büyük ceza olmaz zaten ...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder