22 Nisan 2008 tarihli günlüğüm ...
Gökçe bu aralar aile biçimimizi sorgulamaya taktı; "Benim hayal ettiğim aile ilişkileri böyle değildi..." diyor sürekli. "Sen evde olmayınca, babamın bize karşı ilgisizliği, bizim evdeki halimiz Kemalettin Tuğcu'nun boynu bükük, zavallı çocuk karakterlerine benziyor. Sen olmazsan biz şımartılan, sevilen çocuklar olamayız hiç. Babam evde olunca ya uyuyor ya televizyon izliyor, bizimle hiç bir şey paylaşmıyor ki! Hadi ben alıştım, umursamıyorum ama kardeşime yazık değil mi, ona çok acıyorum." diyor.
Serkan'ın, pazartesi günü nöbetçi olacağını bile bile pazar günü sabah dokuzdan gece saat ona kadar balık tutmaya gitmesi çocukları olduğu kadar beni de çok şaşırttı. Seferihisar'daki günlere geri döndü diye çok üzüldüm. Kendini ne kadar zorlarsa zorlasın, olmuyor, yapamıyor; aile sorumluluğunu olgunlukla kabul edip taşıyabilecek bir insan değil ne yazık ki !... Hafta sonlarını kendine ayırmayı en doğal hakkı olarak görüyor. Oysa bu hafta sonu İzmir'de Kitap Fuarı açıldı; fuarı gezmeyi ve Ankara'dan öğretmen arkadaşım Gülay Hanımı görmeyi çok isterdim. Ben bir saatlik İzmir'e gidemezken, o balık tutmak için iki saatlik yola gidebiliyor; istediği zaman istediği yere gitme hakkı var onun. "Sen de git, ben mi engelliyorum!..." der, söylediğim zaman; ama biliyorum ki bir gün gezmeye gitsem, çocuklar sahipsizlikten, ilgisizlikten perişan olurlar. Ben ise, iki günde bitirebildiğim hafta sonu temizliğini bir güne sığdırmak zorunda kalırım ki, buna gücüm yetmez. Belki bir kez denersem aklı başına gelir diye bu formülü Seferihisar'da denemiştim de gittiğime gideceğime pişman olmuştum. Döndüğümde, çocuklar sinmiş, mutsuz bir halde beni bekliyorlardı; babaları ayaklarını uzatmış, rakısını içip televizyon seyrediyordu. Berke'yi azarlamış, televizyonda kendi programını seyretmek için. Bu şekilde nasıl bırakabilirim ki çocukları !!!
Önceki gün nihayet psikiyatrik tedaviye başlama kararını aldım. Ne yoga kurtardı beni, ne de şifalı bitkiler ... Bir türlü huzura kavuşamadı ruhum. Meditasyonu grup olarak yapınca rahatlıyor, korkularımdan kurtulduğumu düşünüyordum fakat yine yalnız yapmak zorundayım ve ne yazık ki aynı rahatlamayı hissedemiyorum. Bir süredir korkularım sağlığımı etkilemeye başladı. Kalp atışlarımın ritminin bozulduğunu hissediyorum. Korkularım canlanınca, kalbim boğazıma geliyor sanki, nefes alamıyorum, beynimi mengenede sıkıyorlar sanki ... Her an deprem oluyormuş gibi sallandığımı veya sallanacağımı düşünüyorum. Yıkılan binaların, enkaz altındaki insanların görüntüleri adeta gerçekmiş gibi beynime üşüşüyor. Çocuklarımın çığlıklarını işitiyorum, onlara yardım edememek parçalıyor beni ... Sesler ve görüntüler beni boğuyor, nefesim kesiliyor korkudan. Seferihisar'da yaşadığımız o şiddetli depremden sonra ilaçlı tedavi görmeme rağmen atlatamadım bu korkuyu. Üç-dört yıldır sadece deprem korkum vardı, bu yıl korkularım çoğaldı. Şimdi diğer doğal afetlerden de ölesiye korkuyorum. Ne zaman yağmur yağsa, hiç dinmeyecek, her yeri su basacak, tufan olacak, çocuklarımı seller sürükleyip götürecek diye korkuyorum. Korkudan çıldıracak gibi oluyorum. Öyle anlarımda etrafa bakıyorum, hayatın normal aktığını, insanların dışarıda olduğunu görmek biraz olsun rahatlatıyor beni; "Sakinleş, korkacak bir şey yok, her şey yolunda, bak insanlar var dışarıda, yağmur kesilecek birazdan..." diyorum kendime. Yağmur dininceye kadar ölüp ölüp diriliyorum. Öyle dehşet anlarında ölümü kurtuluş gibi görenleri çok iyi anlıyorum. İnsan, ölsem de bu acıdan, azaptan kurtulsam, diyor. Depresyon hastalarında intihar eğilimi vardır fakat kendimden bu konuda hiç korkmuyorum. Çocuklarım için, hangi koşullarda olursam olayım, yaşayacak gücü bulacağımı biliyorum.
Anksiyete teşhisiyle ilaçlara başladım. Birisi uyku ilacı ama dün gece hiç de etkili olmadı, papatya çayı daha güzel uyutuyor. İlaçların yan etkisi ağır geldiği için kullanmak istemiyordum; uykusuzluk, ağız kuruluğu, bütün organlarımda esme-esneme hali... çok berbat. İnsan uykusuz kalarak depresyondan nasıl kurtulur, bilmiyorum. Ne olursa olsun, denemek zorundayım. Başka çarem kalmadı çünkü ... Papatya, melissa, kediotu... çayları hikaye. İnternette sarı kantaron bu tür rahatsızlıklara iyi geldiği yazıyordu, ikinci kutuya başladım, çok da pahalı ama, faydasını göremedim. Belki ilaçların yan etkisi kısa sürede hafifler de rahatlarım.Gerginlik ve stresin kalbimi yorup, kalp büyümesine sebep olacağından korktum, yoksa yine başlamazdım ilaçlara, idare edip giderdim. Son zamanlarda aynada gördüğüm dehşet içindeki yorgun, yıpranmış yüz, tedavi vaktinin geldiğini, hatta geçmekte olduğunu söyledi bana.
Gazetede kadınların en çok 44 yaşında depresyon geçirdiklerini okuyunca çok şaşırdım; tesadüf olamaz benim de o yaşta olmam ... Demek ki durumum, tedavisiz atlatılamayacak kadar ciddi; menopoz, ne yaptın sen bana, canıma okudun ... Tevekkeli, sabahları yataktan çıkıp, her zamanki gibi beni bekleyen bin türlü işle, sorumlulukla boğuşmak şu günlerde, her zamankinden daha zor gelmeye başlamıştı. Çocukları şu berbat dünyaya getirdiğim için kendimi daha fazla suçlamaya başlamıştım. Küresel ısınma, kıtlık haberlerini okudukça, çocuklarımı nasıl koruyacağım sorusu beni dehşete düşürmeye başlamıştı artık. Bir yere kadar korku normal de, herkes hayatını hiç bir şey yokmuş gibi sürdürürken, benim korkudan gebermem normak değildi. Ama bu durumu bilmek, korkularımı hafifletmiyor ne yazık ki ...
Neyse ki bir tesellim var : Hep bu korkulara ve depresyona yaşlılıkta nasıl dayanacağımı düşünüp, bir de bunun için korkardım. Şükür ki yapılan araştırmalar depresyonun görülme sıklığının 45 yaşından sonra azaldığını kanıtlamış. Öyleyse yırttım. Dilerim şansım burada güler de yaşlılıkta (yaşarsam tabii) huzuru bulurum. Bazı ruhlar hiç teskin olmaz, devamlı huzursuzdur, benimki de öyle ... Bu ruh çırpınmaları beni çok yoruyor, takatsiz bırakıyor. Hep sakin, olaylara gülümseyerek bakabilen bilge bir kişiliğe sahip olmayı isterdim ama benim burcum için bu mümkün değil galiba. Aşırı hassas, aşırı duygulu, duyarlı, heyecanlı kişilik özelliklerimle, benden bilge kişi olmaz.
Yaşadıklarımdan, hissettiklerimden ve tedaviye başladığımdan Serkan'ın haberi yok. Söylesem, anlamayacağını, beni yine kıracağını biliyorum. O, depresyonun kadınların ilgi çekmek için uydurdukları, aslında hiç olmayan bir hastalık olduğuna inanır. Söylesem, beni anlayıp hayat yüküme omuz vermeyecek nasıl olsa ... Kendince ev işlerine yardım ediyor son zamanlarda. Haftada yarım saat evi süpürüp siliyor, sonra hak ettiğini düşünerek, kalan bütün zamanları kendine ayırıyor. Kendimin ve çocukların sağlık sorunları dahil olmak üzere hiçbir sorunu yansıtmam ona. Bilmesi bir şey değiştirmiyor çünkü. Tek kişilik yaşantısına devam ediyor, kurguladığı gibi. Senelerdir ev işleri için yardımcı kadın almama karşı çıktı; emekli olup, ev işlerini şikayet etmeden yapmam yönünde baskı yaptı ama artık kendimi ona karşı korumayı öğrenmeliyim. Ev işleri beni çok yıpratıyor; bitip tükenmeyen didinme, koşuşturma hayatımı anlamsızlaştırıyor; gerginlik, işleri yetiştirememe telaşı beni tüketiyor. Buradan edeceğimiz tasarruf beni mutlu etmeyecek ki ... İçinde köle olduktan sonra sarayda yaşasam ne olur !!! Borçlar bitince yardımcı alıp, kalan zamanda istediğim, sevdiğim şeyleri yapmaya niyetliyim. Her şey para değil; giden gençliğimi, sağlığımı para geri getirmez ki ... Bana, çocuklarımla doyasıya yaşayacağım zamanlar gerekli. Giden günler geri gelmiyor, bir daha tekrarı yok, hızla büyüyorlar ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder