Bugün aklıma şimşek gibi geldi yerleşti: yeni yıla Serkan'la girmek istemiyorum... Yeni yıl benim için gerçekten yeni bir yıl olsun istiyorum. Yeni hayatımın ilk günü ve uzun zamandır saymayı bıraktığım 'evlilik' denen cendereye; Serkan'ın, kendisine aşık bu adamın hayatıma girdiği yıllara keskin bir çizgi çekip, kendimi toparlamaya, alt-üst olan ruhumu onarmaya başladığım zaman olarak çentik atmak istiyorum yeni yıla ...
Sahi, kaç yıl oldu kutlamaya değer bulmadığımız, yine de dalgaların vurduğu kayaların aşınıp, keskin yüzeylerini yumuşattığı gibi, acıların Serkan'ı olgunlaştıracağını umduğum kaç yıl dönümü oldu, bir sayayım: 2001 Ocak, hayat arkadaşımla yeni bir ufka yelken açtığımı sandığım tarih ... Zaten o günün birkaç gün sonrası, onun kendine aşık olduğunu, hayatına başka kimseyi katmaya niyetinin olmadığını anladığım zamanlar ...Parmak hesabı yaptım, evlilik tarihimizi bile hatırlayamıyorum; anmaya değer bir günümüz olmamış ki, nesini hatırlayım ??? Şimdi doğru tarihi bulayım; 1991 tabii ki; yirmi iki yılın bitmesine az kalmış.
Yirmi iki koca yıl; gençliğim, orta yaşlarım geçip gitmiş yapayalnız ... Ne mutlulukta, ne kederde yanımda oldu Serkan. Hep kendisiyle başbaşa, kendi kadehine çın çın tokuşturup keyifle, "Özlemişim, afiyet olsun..." derken hatırlıyorum onu. Ne bizim şarkımız oldu, ne beraber gittiğimiz mekanlar, ne de oturup konuşacağımız anılarımız var ... Aynı evin içinde bu kadar yalnızlık nasıl öldürmedi beni, nasıl delirip kendimi sokaklara atmadım, şaşıyorum şimdi. Bir de çok ama çoookkkkk kızıyorum kendime, neden kandım, neden aldandım, neden bitirmeye cesaret edemedim bunca sene; neden yeni bir hayat beni bu kadar korkuttu, diye ... Yakın zamana kadar, şurda ne kadar ömrüm kaldı, birbirimizin ayağına basmadan bir arada yaşayabiliriz pekala, diye düşünüyordum yakınlarda. Sonra kendime şööyle bir geri çekilip baktım; Serkan'la aynı evde kalmaya dayanabilmek için sabahın on birinde başlıyorum içmeye; artık bira, şarap, votka, viski, ne bulursam ...Kafam hafiften hoş olmaya başlayınca, sözleri, davranışları, evin içinde ayrı bir ev olan hayatı sinirlerimi zıplatmıyor, kalp çarpıntısı yapmıyor. O zaman hiç sorun yokmuş gibi sohbet ediyor, şakalaşıyor, gülüşüyoruz. Herhalde, bu davranışlarımı, sorunları aşıyoruz, ilişkimiz düzeliyor, ayrılık kararından vaz geçtim, diye yorumluyor.Serkan'a kalsa, ben yirmi iki sene çektiğim gibi bir o kadar daha çekerim de Gökçe beni kışkırtıyor, ayrılmaya zorluyor. Gökçe İstanbul'da olduğuna göre, ben eski halime döneceğim ve şikayet etmeden yükümü sırtlanıp ölene kadar sadrazamın sol şeysini taşıyacağım... Amaaannnn ne düşünürse düşünsün, 'bizim hayatımız' diyebileceğim bir geçmiş yok arkamda. Neyse, yatmadan önce acılarımı tazeleyip uykumu kaçırmayayım; bu cephede yeni bir şey yok; başlıkla bağlantı kurup yatayım:
Uzun yıllar, Serkan'dan boşanırsam annemin çok üzüleceğini düşünerek katlandım; ondan önce çocuklar ... Yazın anneme kararımı söyleyince, "Çok çektin, boşuna kendini tükettin, ben on beş sene önce boşanırsın sanmıştım." demesin mi... Keşke daha önce konuyu açsaymışım. Yine de annemin, huyunu, karakterini beğenmese de mesleğinden dolayı damadıyla övündüğünü biliyorum. Ben de yıllar boyu, diğer üç kızının mutsuz evlilik yapmış olması, ikisinin boşanıp birinin de acıları yüklenerek evliliğini sürüklemesi nedeniyle, hiç değilse benim evliliğimle övünsün, diyerek, ayrılık kararımı erteliyordum. Zavallı annem, dört kızı var ve hiç birinin karşısına onları mutlu edecek biri çıkmadı. Kadıncağız sadece damatlarından birini mesleğiyle övünebildi; bu evliliğin bedelini kızının çok ağır ödediğini hep bilerek... Annem arada bir, "İyi yönlerini düşün, kötü huylarını görmezden gel, yalnızlık çok zor, iyi düşün." dese de, biliyorum ki sonra, "Beni niye ayrılık kararı verirken desteklediniz, keşke akıl verseydiniz..." demeyim diye öyle söylüyor. Benim acılarımın en yakın tanığıdır annem; çocuklarıma bakarken nelere şahit olmadı ki yanımızda !!!... Benim hep yalnız olduğumu, hayatın yükünü tek başıma taşıdığımı, kalp krizi geçirirken damadının kızını hastaneye götürmediğini gördü annem ... Kalp krizinden saatler sonra ise poliklinik sırasında kızını yalnız bırakıp, arkadaşının karısıyla yatmaya gittiğini biliyor annem. Muayeneden sonra kızını hastane servisine bindirip, yine o kadına gittiğini biliyor annem. Allah hiç bir anneye bu acıları yaşatmasın, demekten başka bir şey gelmiyor elimden şimdi. keşke annem o zamanlar bana, 'Sabret' demeseydi; çocuklarımı alıp yanına gelecek cesareti verseydi. Keşkeler yetmiyor aptallığıma, çocuklar için kendi hayatımdan vaz geçmeme ...Şimdiden sonra ayrılık kararımın Berke'yi fazla etkilemeyeceğini düşünüyorum. Gökçe ise babasıyla aynı evde kalmanın benim ömrümü eksilttiğini, bir an önce kendimi kurtarmam gerektiğini söylüyor hep. Bense, sanki bu adamla yirmi iki yılımı geçirmemişim gibi geliyor. Geriye dönüp baktığımda, sevildiğimi, değer verildiğimi, korunup kollandığımı hatırladığım bir an bile gelmiyor aklıma. Sanki bir yabancı gibi hissediyorum Serkan'ı; yolda karşılaşsak, selamlaşsak da olur selamlaşmasak da... "Yirmi iki yılın hatırı da mı yok" demem doğrusu. Gerçekten hatırı sayılacak bir anımız yok bizim. Zaten hiç BİZ olmadı ki; yalnızca bir süre ben öyle sandım, daha sonra onun hayatındaki yerimi görünce dehşete düştüm ama çoookkk geç kalmıştım gözüm açıldığı zaman.
Diyeceğim o ki anne, arkasından ağlayacağımız bir kişi olmadığını sen benden iyi biliyorsun; üzülme hiç; biz Amazonlar alışığız hayatımızı zorlaştıran erkekleri kirli bir gömlek gibi sıyırıp atmaya; MERAK ETME, KIZIN HALLEDER ...
Diyeceğim o ki anne, arkasından ağlayacağımız bir kişi olmadığını sen benden iyi biliyorsun; üzülme hiç; biz Amazonlar alışığız hayatımızı zorlaştıran erkekleri kirli bir gömlek gibi sıyırıp atmaya; MERAK ETME, KIZIN HALLEDER ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder