27 Ocak 2014 Pazartesi

Altı yıl önce, 9.2.2008 günü defterime yazdıklarım…




  

     Konuşmak faydasız… Sözlerim sanki  duvara çarpıp, bana geri dönüyor gibi geliyor her seferinde. Serkan’ın boş ve bıkkın gözlerle yüzüme bakıp, bir an önce bitirmem ve susmam için adeta yalvaran ifadesini görmeye dayanamıyorum. Ne zaman kangren olmuş sorunlardan birisini açacak olsam ağzım kurur, yüreğim sıkışır sıkıntıdan, gerginlikten… İşimi kolaylaştırmaz, tam tersine konuşmaktan kaçmak için her yolu dener, iletişimi tıkar. Konuşsak ne olacak sanki, o da haklı … İlişkinin sınırlarını kendince belirlemiş, öyle değil mi?... Yapmam gereken, onun belirlediği sınırlara uymak, bana verdiği rolü uysal bir şekilde kabullenmek. Yıllarca da konuşsak bu kararından vazgeçmeyecek nasıl olsa; konuşmak neyi değiştirecek???
     On üç yıl önce bugün de yine böyle yalnız, kırılmış, örselenmiş ruhumla katlanmaya çalışıyordum acılarıma…Yalnız ve dayanılmaz sancılarla geçen gecenin sabahında kızım dünyaya gelmişti. On üç yıl öce bu saatler hastanede doğum sancıları çekiyordum ve çocuğumun babası doğum öncesinde beni öncesinde öyle kırmıştı ki, sancıları çekerken ölesiye yalnız olduğumu bilmek içimi çok ama çok acıtıyordu. O gece de onu kendime yabancı hissediyordum; geçen yıllar içinde pek çok kez olduğu gibi … Ne hamilelik süresinde, ne doğumda, ne sonrasında beni şımartmamış, nazlandırmamış, sevildiğimi, kadın olduğumu, insan olduğumu hissettirmemişti. Hep büyümeyi, olgunlaşmayı reddeden, korkunç derecede bencil, kendine hayran, aşık bir insan olarak kaldı. Davranışlarıyla kendi etrafında dönerken, nice büyük duyguları, sevgileri, hazları kaçırdığını fark etmedi. Kendine hayranlığı doldurdu bütün hayatını; sorun beni sevmeyişi değildi, onun hayatında bir kadına yer yoktu; kendisine tapınırcasına hayrandı ve onun hayatında bir kadın ancak bakıcı olarak yer alabilirdi.
     Geçen yıllardan sonra bize baktığımda, çok acıklı bir tablo görüyorum; halimize ağlamak geliyor içimden.  Sadece ben değilim, yalnız ve mutsuz olan; o da bende aradığını bulamadı, o da yalnız ve mutsuz. İki kişilik mutsuzluğumuzu, yalnızlığımızı sürüklüyoruz yıllar yılı … Yalnızlığımız, sırtımızda taşıdığımız dikenli haçımız, çıkarıp atamadığımız… Ruhumuzu kanatan, yaralar açan dikenli haçımız, bizim iki kişilik yalnızlığımız; kaderimiz zannettiğimiz… Yatakta birbirimize değmemek için en uca kaçarız ikimiz de … Arada bir sorunların çözülebileceği duygusuna kapıldığım olur; çektiğim acıların, yalnızlığımın bittiğini, sabırla bekleyişimin, emeklerimin karşılığını alacağımı zannederim o zamanlar… Sarılıp yatarız, birbirimize hep gülümseriz; ta ki az önce sevgi sözleri söyleyen o değilmiş gibi, sudan sebeplerle öfke nöbetine kapılarak bana avaz avaz bağırıp hakaretler edinceye kadar. O zaman yine güllerim solar, gönül bahçem kurur, gülüşüm, sevincim yüzümde donar. Öyle uzaklaşır ki ruhum ondan, bir daha hiç sarılamayacakmışım gibi gelir. Acırım kendime, senin aşktan nasibin, görüp göreceğin bu işte, diyerek …
     Ben, böylesine dengesiz ve bencil biriyle beraber olamayacak kadar duygusal ve kırılganım. Aslında öfke patlamalarından sonra çoğu kez pişman oluyor ve hiçbir şey olmamış gibi benimle beraber olmaya devam etmek istiyor. Ben idare edip, olanları yok saysam sorun çözülecek ama yapamıyorum işte; kadınlık oyunlarını öğrenemedim bir türlü… Bana bağırdığı zaman, hep içinde biriktirdiği öfkeyi, nefreti kusuyormuş gibi geliyor; küçücük, önemsiz bir duruma o denli şiddetli tepki göstermesi, bana karşı içinde biriken nefret duygusunun denetimden kurtulup açığa çıkması… O yüzünü gördükten sonra, beni sevdiğini söylemesi inandırıcı gelmiyor bana; inanamıyorum, güvenemiyorum sözlerine. Kendimi hayat karşısında yapayalnız, çaresiz, savunmasız hissediyorum.

     Bir bütün olamadık, hiçbir zaman ‘biz’ olamadık; hep o ve ben, yan yana değil, karşı karşıya olduk. Ben yanına geçmeye çalıştıkça o inatla karşıma geçti, başkalarıyla birlik olup beni yıkmaya, çökertmeye çalıştı. Nasıl böyle oldu, nasıl bu duruma geldi, bana karşı neden ve ne zaman bu kadar kin biriktirdi, bilendi; farkına varmadım hiç ama bu dönüşü olmayan yolda görüyorum ki, bana karşı bitmez bir öfke ve hınç var yüreğinde. Saklamaya çalışıyor, seven adam rolünü oynuyor ama arada şeytan dürtüyor, nefreti açığa çıkıyor. Konuşsa, belki öfkesinin sebebini anlarım ama konuşmaz, duygularını açmaz, kendini ele vermez hiç. Kapalı kutudur; rol yapar hep, gerçek yüzünü ve duygularını öfke patlamalarında açığa çıkarır sadece. Çok yordu beni; kişiliği, davranışları; çok yoruldum ve ondan beklentilerimi yıllar var ki en en en aza indirdim. Sadece huzurumu bozmasın, hayatla tek başıma mücadele ederken direncimi yok etmesin istiyorum ama bunu bile yapamıyor ne yazık ki… Yoruldum, çooookkkkk yoruldum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder