Konuşmak faydasız… Sözlerim sanki duvara çarpıp, bana geri dönüyor gibi geliyor her seferinde. Serkan’ın boş ve bıkkın gözlerle yüzüme bakıp, bir an önce bitirmem ve susmam için adeta yalvaran ifadesini görmeye dayanamıyorum. Ne zaman kangren olmuş sorunlardan birisini açacak olsam ağzım kurur, yüreğim sıkışır sıkıntıdan, gerginlikten… İşimi kolaylaştırmaz, tam tersine konuşmaktan kaçmak için her yolu dener, iletişimi tıkar. Konuşsak ne olacak sanki, o da haklı … İlişkinin sınırlarını kendince belirlemiş, öyle değil mi?... Yapmam gereken, onun belirlediği sınırlara uymak, bana verdiği rolü uysal bir şekilde kabullenmek. Yıllarca da konuşsak bu kararından vazgeçmeyecek nasıl olsa; konuşmak neyi değiştirecek???
On üç yıl önce
bugün de yine böyle yalnız, kırılmış, örselenmiş ruhumla katlanmaya
çalışıyordum acılarıma…Yalnız ve dayanılmaz sancılarla geçen gecenin sabahında
kızım dünyaya gelmişti. On üç yıl öce bu saatler hastanede doğum sancıları çekiyordum
ve çocuğumun babası doğum öncesinde beni öncesinde öyle kırmıştı ki, sancıları
çekerken ölesiye yalnız olduğumu bilmek içimi çok ama çok acıtıyordu. O gece de
onu kendime yabancı hissediyordum; geçen yıllar içinde pek çok kez olduğu gibi
… Ne hamilelik süresinde, ne doğumda, ne sonrasında beni şımartmamış,
nazlandırmamış, sevildiğimi, kadın olduğumu, insan olduğumu hissettirmemişti.
Hep büyümeyi, olgunlaşmayı reddeden, korkunç derecede bencil, kendine hayran,
aşık bir insan olarak kaldı. Davranışlarıyla kendi etrafında dönerken, nice
büyük duyguları, sevgileri, hazları kaçırdığını fark etmedi. Kendine hayranlığı
doldurdu bütün hayatını; sorun beni sevmeyişi değildi, onun hayatında bir
kadına yer yoktu; kendisine tapınırcasına hayrandı ve onun hayatında bir kadın
ancak bakıcı olarak yer alabilirdi.
Geçen yıllardan
sonra bize baktığımda, çok acıklı bir tablo görüyorum; halimize ağlamak geliyor
içimden. Sadece ben değilim, yalnız ve
mutsuz olan; o da bende aradığını bulamadı, o da yalnız ve mutsuz. İki kişilik
mutsuzluğumuzu, yalnızlığımızı sürüklüyoruz yıllar yılı … Yalnızlığımız,
sırtımızda taşıdığımız dikenli haçımız, çıkarıp atamadığımız… Ruhumuzu kanatan,
yaralar açan dikenli haçımız, bizim iki kişilik yalnızlığımız; kaderimiz
zannettiğimiz… Yatakta birbirimize değmemek için en uca kaçarız ikimiz de …
Arada bir sorunların çözülebileceği duygusuna kapıldığım olur; çektiğim
acıların, yalnızlığımın bittiğini, sabırla bekleyişimin, emeklerimin
karşılığını alacağımı zannederim o zamanlar… Sarılıp yatarız, birbirimize hep
gülümseriz; ta ki az önce sevgi sözleri söyleyen o değilmiş gibi, sudan
sebeplerle öfke nöbetine kapılarak bana avaz avaz bağırıp hakaretler edinceye
kadar. O zaman yine güllerim solar, gönül bahçem kurur, gülüşüm, sevincim
yüzümde donar. Öyle uzaklaşır ki ruhum ondan, bir daha hiç sarılamayacakmışım
gibi gelir. Acırım kendime, senin aşktan nasibin, görüp göreceğin bu işte,
diyerek …
Ben, böylesine
dengesiz ve bencil biriyle beraber olamayacak kadar duygusal ve kırılganım.
Aslında öfke patlamalarından sonra çoğu kez pişman oluyor ve hiçbir şey olmamış
gibi benimle beraber olmaya devam etmek istiyor. Ben idare edip, olanları yok
saysam sorun çözülecek ama yapamıyorum işte; kadınlık oyunlarını öğrenemedim
bir türlü… Bana bağırdığı zaman, hep içinde biriktirdiği öfkeyi, nefreti
kusuyormuş gibi geliyor; küçücük, önemsiz bir duruma o denli şiddetli tepki
göstermesi, bana karşı içinde biriken nefret duygusunun denetimden kurtulup
açığa çıkması… O yüzünü gördükten sonra, beni sevdiğini söylemesi inandırıcı
gelmiyor bana; inanamıyorum, güvenemiyorum sözlerine. Kendimi hayat karşısında
yapayalnız, çaresiz, savunmasız hissediyorum.
Bir bütün olamadık, hiçbir zaman ‘biz’ olamadık; hep o ve ben, yan yana
değil, karşı karşıya olduk. Ben yanına geçmeye çalıştıkça o inatla karşıma
geçti, başkalarıyla birlik olup beni yıkmaya, çökertmeye çalıştı. Nasıl böyle
oldu, nasıl bu duruma geldi, bana karşı neden ve ne zaman bu kadar kin
biriktirdi, bilendi; farkına varmadım hiç ama bu dönüşü olmayan yolda görüyorum
ki, bana karşı bitmez bir öfke ve hınç var yüreğinde. Saklamaya çalışıyor,
seven adam rolünü oynuyor ama arada şeytan dürtüyor, nefreti açığa çıkıyor.
Konuşsa, belki öfkesinin sebebini anlarım ama konuşmaz, duygularını açmaz,
kendini ele vermez hiç. Kapalı kutudur; rol yapar hep, gerçek yüzünü ve
duygularını öfke patlamalarında açığa çıkarır sadece. Çok yordu beni; kişiliği,
davranışları; çok yoruldum ve ondan beklentilerimi yıllar var ki en en en aza
indirdim. Sadece huzurumu bozmasın, hayatla tek başıma mücadele ederken
direncimi yok etmesin istiyorum ama bunu bile yapamıyor ne yazık ki… Yoruldum,
çooookkkkk yoruldum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder