Bugün ise pek çok kadın, topraklarını korumak için değilse de,
kendilerinin ve çocuklarının hayatlarını korumak için tıpkı Amazonların
savaş sanatını öğrendikleri gibi, hayatın zorlukları, acıları
karşısında hayatta kalma, her yenilgiden, yıkımdan, darbeden sonra yine
ve yine ayakta kalma sanatını öğrenmişlerdir. Hayat, bu kadınlara
seçenek sunmamış, rolünü ve görevini dayatmış, üstesinden gelmeyi,
kafasına vura vura öğretmiştir. Hayatında kimseye nazlanamamış, kimsenin
kıymetlisi olmamış, başını kimsenin omzuna koyamamış, hiç saçları
okşanmamış... acılarını gözyaşlarıyla yıkadıktan sonra toplum karşısına
sapasağlam çıkmak zorunda olan, hasta olma hakkı bile olmayan
kadınlardır onlar ... Tıpkı iyi ok atmak için memesini kesip atan
Amazonların, erkekleri de fırlatıp atmaları gibi, bu kadınlar da sözde
erkeklerle birlikte kurdukları hayatın yükünü tek başlarına omuzlamak
zorunda kalmış; güçlerinin tükendiği yerde de gemi su alınca yükü
hafifletip batmasını önlemek için gereksiz eşyaların denize atılması
gibi, erkekleri hayatlarından çıkarıp atmışlardır.
Annem bir Amazondu; erkek sözcüğünün onun hayatındaki
karşılığı, yağma, talan, dayak, işkence... idi ve çocukları için güçlü
olmak zorundaydı. Bu mücadele onu, erkeklere eyvallahsız bir kadın
yaptı. Ayakta kalabilmek, çocuklarına kol kanat gerebilmek için çok ama
çok güçlü olmak zorundaydı. Hayat, hiç bir seçme hakkı vermeden
dayatmıştı bu görevi ona ve hayat yolunda erkeğini; acılarını, zor
günlerini paylaşan, koruyan kollayan kahramanı olarak yanında bulamayan
diğer kadınlara ... Ne acıdır ki, biz kızlar da annemizle aynı kaderi
paylaştık ...
Yirmiüç yıllık evliliğim boyunca, ne hastalıkta ne sağlıkta,
ne iyi günüde ne kötü günde, tökezlediğim, düştüğüm hiç bir günümde
yanımda değildi Serkan ... Korkunç bir bencillikle hep kendisiyle ve
kendisi için yaşadı yıllar yılı. İki yarımdık hep, hiç tam olamadık.
Aynı evde birbirine yıldızlar kadar uzak iki yabancıydık. Ona ulaşma
çabalarım sonuç vermedi, kabuğunu kırmayı başaramadım. Kendini bu kadar
sevmesinin hastalık olacağı aklına gelmedi hiç... Ayrılmaya karar
verdiğim her sefer değişeceğine dair vaatler, yeminler; kısa bir süre
iyi koca rolü, sonra yine korkunç, kopkoyu, kapkaranlık yalnızlık.
Yoran, tüketen kimsesizlik, sahipsizlik ...
Bu defa ayrılma kararımın diğerlerine hiç benzemediğini
biliyordum. İçimde ona karşı en ufak sevgi kırıntısının kalmadığını, ona
olan tek duygumun acıma hissi olduğunu fark ettim ve kirli bir gömleği
çıkarıp atar gibi hayatımdan çıkarıp attım bu sömürücü, vicdansız,
sevgisiz... yıllar yılı sürüklenen beraberliği. O an, artık kimsenin
beni üzmesine, kullanmasına, yıpratmasına... izin vermeyeceğime dair
kendi kendime söz verdim; varsın benim de hayatımda erkek
olmayıversin...!! Evliliği yürütmenin bedelini, sağlığımı, neşemi,
coşkumu, yaşama sevincimi, hevesimi kaybederek ödedim. Ben babasız
büyüdüm, çocuklarımı babasız büyütmeyeceğim, diye kendime verdiğim sözü,
büyük kayıplar pahasına tuttum. Çocuklarım büyüyünceye kadar hayatım
bana ait değildi. Yanlış erkekten, çocuk kalmış hasta ruhlu bir erkekten
iki çocuk yapmıştım ve hatamın bedelini hayatımdan vazgeçerek, kendimi
çocuklarıma adayarak, onlara hem annelik hem babalık yaparak ödedim. Onların
arkasında, her başları sıkıştığında sığınabilecekleri kahraman babaları
değil, kahraman anneleri oldu hep.
Bunca fedakarlığa değdi mi peki ... Serkan, çocuklara karşı da
bencil davrandı, onlarla da sağlıklı ve sağlam bir ilişki kuramadı;
çocuklar neredeyse babasız büyüdüler. Yine de böylesi daha iyi, en
azından benim ve çocukların aklında ayrılık kararım konusunda
keşkelerimiz kalmadı. Benden çok onlar istedi ayrılmamı ... Babalarının
bana acı çektirmesine dayanamıyorlardı; beni mutsuz görünce boyunları
bükülüyordu. Annelerinin, daha da geç kalmadan gezip tozmasını, mutlu
olmasını, hatta acilen bir sevgili bulmasını istiyorlar şimdi ...
Bense, yüzlerce diken saplanmış yüreğim avucumda, kendime
gelmeyi, kaybettiğim yaşama sevincimi yeniden bulmayı istiyorum sadece.
Ruhum çok hoyrat kullanıldı, çok örselendi; ruhumu onarmalıyım önce;
yüreğimdeki dikenleri, can kırıklarını tek tek temizlemeli, yaralarımı
sarmalıyım. Kendimi, yirmi üç yıldır çıkmaya çalıştığım ama bir türlü
çıkışı bulamadığım karanlık bir tünelden ışığa, aydınlığa, güneşe
nihayet çıkmış gibi hissediyorum ama yorgun, bitkin; mecalim yok,
hevesim de, bir erkeği hayatıma almaya. Kendimi bulmalıyım önce; kendimi
keşfetmeliyim. Uzun süren hastalıktan sonra özgürlüğe kanat açmış kuş
gibiyim; ama yaralı ve uçmayı unutmuş ...
Yine de MERHABA HAYAT !!!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder