24 Ocak 2014 Cuma

MERHABA YENİ HAYAT ..!!!

     Amazonlar ... Milattan Önce 1200 yıllarında Samsun Terme Çayı kıyısında kurdukları Themiskyra kentinde yaşamış efsanevi kadın savaşçılar ... Bu kadınların, okların yaylarını iyi çekebilmeleri için, çocukken sağ göğüslerini kestikleri, bundan dolayı kendilerine, 'memesiz' demek olan Amazon adının verildiği söylenir. Kadınlara verilen önemi temsil ettiği için Ana Tanrıça Kibele'ye taparlar.
     Bugün ise pek çok kadın, topraklarını korumak için değilse de, kendilerinin ve çocuklarının hayatlarını korumak için tıpkı Amazonların savaş sanatını öğrendikleri gibi, hayatın zorlukları, acıları karşısında hayatta kalma, her yenilgiden, yıkımdan, darbeden sonra yine ve yine ayakta kalma sanatını öğrenmişlerdir. Hayat, bu kadınlara seçenek sunmamış, rolünü ve görevini dayatmış, üstesinden gelmeyi, kafasına vura vura öğretmiştir. Hayatında kimseye nazlanamamış, kimsenin kıymetlisi olmamış, başını kimsenin omzuna koyamamış, hiç saçları okşanmamış... acılarını gözyaşlarıyla yıkadıktan sonra toplum karşısına sapasağlam çıkmak zorunda olan, hasta olma hakkı bile olmayan kadınlardır onlar ... Tıpkı iyi ok atmak için memesini kesip atan Amazonların, erkekleri de fırlatıp atmaları gibi, bu kadınlar da sözde erkeklerle birlikte kurdukları hayatın yükünü tek başlarına omuzlamak zorunda kalmış; güçlerinin tükendiği yerde de gemi su alınca yükü hafifletip batmasını önlemek için gereksiz eşyaların denize atılması gibi, erkekleri hayatlarından çıkarıp atmışlardır.
     Annem bir Amazondu; erkek sözcüğünün onun hayatındaki karşılığı, yağma, talan, dayak, işkence... idi ve çocukları için güçlü olmak zorundaydı. Bu mücadele onu, erkeklere eyvallahsız bir kadın yaptı. Ayakta kalabilmek, çocuklarına kol kanat gerebilmek için çok ama çok güçlü olmak zorundaydı. Hayat, hiç bir seçme hakkı vermeden dayatmıştı bu görevi ona ve hayat yolunda erkeğini; acılarını, zor günlerini paylaşan, koruyan kollayan kahramanı olarak yanında bulamayan diğer kadınlara ...  Ne acıdır ki, biz kızlar da annemizle aynı kaderi paylaştık ... 
      Yirmiüç yıllık evliliğim boyunca, ne hastalıkta ne sağlıkta, ne iyi günüde ne kötü günde, tökezlediğim, düştüğüm hiç bir günümde yanımda değildi Serkan ... Korkunç bir bencillikle hep kendisiyle ve kendisi için yaşadı yıllar yılı. İki yarımdık hep, hiç tam olamadık. Aynı evde birbirine yıldızlar kadar uzak iki yabancıydık. Ona ulaşma çabalarım sonuç vermedi, kabuğunu kırmayı başaramadım. Kendini bu kadar sevmesinin hastalık olacağı aklına gelmedi hiç... Ayrılmaya karar verdiğim her sefer değişeceğine dair vaatler, yeminler; kısa bir süre iyi koca rolü, sonra yine korkunç, kopkoyu, kapkaranlık yalnızlık. Yoran, tüketen kimsesizlik, sahipsizlik ...
       Bu defa ayrılma kararımın diğerlerine hiç benzemediğini biliyordum. İçimde ona karşı en ufak sevgi kırıntısının kalmadığını, ona olan tek duygumun acıma hissi olduğunu fark ettim ve kirli bir gömleği çıkarıp atar gibi hayatımdan çıkarıp attım bu sömürücü, vicdansız, sevgisiz... yıllar yılı sürüklenen beraberliği. O an, artık kimsenin beni üzmesine, kullanmasına, yıpratmasına... izin vermeyeceğime dair kendi kendime söz verdim; varsın benim de hayatımda erkek olmayıversin...!! Evliliği yürütmenin bedelini, sağlığımı, neşemi, coşkumu, yaşama sevincimi, hevesimi kaybederek ödedim. Ben babasız büyüdüm, çocuklarımı babasız büyütmeyeceğim, diye kendime verdiğim sözü, büyük kayıplar pahasına tuttum. Çocuklarım büyüyünceye kadar hayatım bana ait değildi. Yanlış erkekten, çocuk kalmış hasta ruhlu bir erkekten iki çocuk yapmıştım ve hatamın bedelini hayatımdan vazgeçerek, kendimi çocuklarıma adayarak, onlara hem annelik hem babalık yaparak ödedim. Onların arkasında, her başları sıkıştığında sığınabilecekleri kahraman babaları değil, kahraman anneleri oldu hep. 
     Bunca fedakarlığa değdi mi peki ... Serkan, çocuklara karşı da bencil davrandı, onlarla da sağlıklı ve sağlam bir ilişki kuramadı; çocuklar neredeyse babasız büyüdüler. Yine de böylesi daha iyi, en azından benim ve çocukların aklında ayrılık kararım konusunda keşkelerimiz kalmadı. Benden çok onlar istedi ayrılmamı ... Babalarının bana acı çektirmesine dayanamıyorlardı; beni mutsuz görünce boyunları bükülüyordu. Annelerinin, daha da geç kalmadan gezip tozmasını, mutlu olmasını, hatta acilen bir sevgili bulmasını istiyorlar şimdi ... 
     Bense, yüzlerce diken saplanmış yüreğim avucumda, kendime gelmeyi, kaybettiğim yaşama sevincimi yeniden bulmayı istiyorum sadece. Ruhum çok hoyrat kullanıldı, çok örselendi; ruhumu onarmalıyım önce; yüreğimdeki dikenleri, can kırıklarını tek tek temizlemeli, yaralarımı sarmalıyım. Kendimi, yirmi üç yıldır çıkmaya çalıştığım ama bir türlü çıkışı bulamadığım karanlık bir tünelden ışığa, aydınlığa, güneşe nihayet çıkmış gibi hissediyorum ama yorgun, bitkin; mecalim yok, hevesim de, bir erkeği hayatıma almaya. Kendimi bulmalıyım önce; kendimi keşfetmeliyim. Uzun süren hastalıktan sonra özgürlüğe kanat açmış kuş gibiyim; ama yaralı ve uçmayı unutmuş ...
     Yine de MERHABA HAYAT !!!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder