Aylardır alacakaranlık kuşağındaydık; acılar, hastalıklar, sıkıntılar, üzüntüler arka arkaya geldi; üstesinden gelebilecek gücü bulacak mıyım bu kez de, yoksa uğruna gençliğimi buraya kadar mı, herşey bitti mi, diye ümitsizliğe kapıldığım oldu. Ülkede yaşanan acılar insanın dayanma gücünü zorlarken, Gökçe’nin Berkin Elvan’ın cenaze töreninde yaşadığı travma, panik atak hastası olmasına neden oldu.
Berkin
vurulduğunda on dört yaşındaydı; oğlum Berke’yle yaşıt. Gezi Direnişi sırasında
Okmeydanı’ndaki evinden ekmek almak için çıkmıştı ve polis tarafından gaz fişeğiyle vuruldu.
Berkin 15 yaşına komada girdi; 269 gün
komada kaldı; vurulduğunda 45 kiloydu, öldüğünde 16 kilo … Başbakan, kan
donduran bu katliam karşısında acımızı yaşamamıza, olayı kınamamıza bile izin
vermedi. Berkin’in cenazesinin kaldırıldığı gün bütün yurtta milyonlarca kişi
yürüdük. Ben, sabah Okmeydanı’ndaki eyleme, öğlen ise Şişli’deki yürüyüşe
katıldım. Başbakan Gaziantep’te yaptığı mitingde Berkin’in terörist olduğunu
söyleyerek, annesini ve babasını kalabalığa yuhalattı. Daha sonra bir
açıklamasında şunları söyledi: Dışarıdan bize komplo yapılmıyor dersek
yanılırız; Türkiye'de bir çocuk ölüyor. Bu çocuğun ölümüyle ilgili ilanlar
veriliyor, üzerine de bu çocuğun katili olarak şahsımı gösteriyorlar. Ekmek
almaya giden çocuğun yüzünde poşu, elinde sapan bunların ne işi var? Annesinin,
açıklaması enteresan, 'Çocuğumun katili Başbakandır' diyor. Karanfille bilye
atıyor, kabrine. Cebinden patlayıcılar çıkıyor. Bütün bunların hepsi ortada.
Malum medya, Doğan Grubu çok ilginçtir kendilerine göre adam buluyorlar sanki o
çocuğu polis hedef alarak biber gazını atmış. Bir defa bu çocuğu oraya taşıyan
zihniyettir lanetlenmesi gereken. Bu çocuğa sapan veren kim? Çocuğun yüzünde poşu
olduğu zaman bu kaç yaşındadır diye ayıklayacak durumda değil ki… Bu sözleri
söyleyen Başbakan, Gezi Direnişi sırasında demokratik gösteri hakkını kullanan
halka ilaçlı su, gaz fişeği, plastik ve gerçek mermi sıkan; sekiz kişiyi
öldüren, on kişiyi kör eden, pek çok insanı sakat bırakan polisleri ‘destan
yazan kahramanlar’ ilan etmiş; 24 maaş ikramiye ile ödüllendirmişti.
Gökçe,
arkadaşlarıyla birlikte, akşam Taksim İstiklal Caddesinde yapılan protesto
gösterilerine katılmıştı. Polis, bütün çıkışlara barikat kurmuş, gaz
saldırısından kaçmaya çalışan gençleri, bakın şurası güvenli, orada toplanın,
diyerek belli bir alana sürmüş, daha sonra Dalyan Harekatıyla o alana kıyasıya
gaz sıkmış. Kızım, bir polisin diğerine, gözüne nişan al, gözüne, dediğini duymuş.
Polis bir taraftan da acımasızca jopluyormuş gençleri; kızımın suratına inmek
üzere olan jop darbesinden, üstüne kapanan arkadaşı kurtarmış. O kadar çok gaz
sıkmışlar ki, göz gözü görmez olmuş; çocuklar tıkanmış, nefes alamaz duruma
gelmişler; onlar, durun yapmayın ölüyoruz ölüyoruz, diye çığlık attıkça, polis
gaz saldırısının şiddetini arttırıyormuş. Nihayet, feryatlara dayanamayan bir
kafeterya çalışanı kapıyı açmış ve çocukları içeri almış. Çocuklar o gün tam
anlamıyla dehşete düşmüş, ölümden dönmüşler. Gökçe bu travmayı atlatamadı; kalp
ritmi bozulmaya, nefesi daralmaya başladı. Bir süre böyle gitti; kardiyolojiye
gittik, doktor kalpte sorun olmadığını söyledi. Psikiyatriste gitmeye zorladım,
her seferinde, şimdi iyiyim, geçti geçti, dedi. Nihayet, Şişli’de
arkadaşlarıyla bir kafede otururken, panik atak krizi gelmiş; yaşadığı dehşet
ve korkudan bilincini kaybetmek üzereyken acile götürmüşler; doktor,
sakinleştirici iğne yapmış. Kriz iki defa daha geldi; birisinde yine
arkadaşları acile götürmüşler; sonuncusunda Serkan çocukları görmeye İstanbul’a
gelmişti, birlikte götürdük. Psikiyatristin verdiği ilaçları kullandıkça
ataklar yine geldi ama üstesinden gelebildi. Cıvıl cıvıl hayat dolu kızımın
neşesi gitti, gül yüzü soldu; kriz gelir korkusuyla evden çıkamaz oldu. Ruhsal
acıya dayanamayıp intihar edeceği korkusu beni dehşete düşürdü. Tek sosyal
hayatım parti çalışmalarıydı, onu da bıraktım, kızımı gözümün önünden
ayırmadım. Gücümün tükendiğini hissettiğim anda bir mucize oldu; Gökçe,
arkadaşının tanıştırdığı bir gençle çıkmaya başladı. Yaşar, Gökçe’ye öyle
bağlandı ki, yüzüne bakarken gözlerindeki sevgi ve şefkat dolu ifadeyi görünce
gücüm tazelendi, tamam bu işi hallettik, dedim içimden. Yaşar, Gökçe’yi bir
çocuk gibi sarıp sarmaladı. Gökçe, panik atak krizlerini atlattıktan sonra,
ilacın yan etkisi baş dönmesi nedeniyle evden çıkamadığı için, haftalarca evde
kızımı oyaladı; bana çok destek oldu; Gökçe’yi çok mutlu etti; yavaş yavaş
korkularından kurtulup, normale dönmesini sağladı. İlaç tedavisi devam ediyor
ama korkmuyorum artık; biz bu işi hallettik. Kızımın bu kötü döneminde okul
başarısının etkilenmemesi, sınıfını iyi bir dereceyle geçmesi de büyük bir
mutluluk oldu bizim için. Gökçe ve Yaşar evlilik planları yapıyorlar; ben,
kuzuşum, bebeğim ne zaman büyüdü de evlenecekmiş, diye şaşırıyorum ama kendimi
ciddi ciddi Yaşar’ın kayınvalidesi değil, annesi gibi görüyorum; o benim için
çok değerli; kızımı hak ediyor. Tek derdim, Gökçe durup durup benimle dalga
geçiyor; ben sevgili buldum, sen hala bulamadın, diye … Ne yapalım, kısmetim
Salih, o da kör talih …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder