10 Haziran 2014 Salı

“DÖRT YANIM PUŞT ZULASI…”

                  

  
    18 Aralık 2008 tarihli günlüğüm

          Haftalardır büyük bir heyecanla Milli Eğitimde aylıkla ödüllendirilen öğretmenlerin listesinin internette yayınlanmasını bekliyordum. Adımın listede olduğundan hiç şüphem yoktu. Bu akşam liste yayınlandı ve adım yoktu. Şaşkınlıktan ziyade, dehşet duygusuydu hissetiğim.  Ortaçağ kafalı gerici zihniyet, irticacı kadro devleti ağ gibi sarmış; kimseye hesap vermeden keyfi davranabiliyor, sanki kendi istekleriymiş gibi, Amerikan emperyalizminin istediği Türkiye’yi yaratmak için dört bir yandan saldırıyorlar. Haklarını yemeyelim, kendileri de Türkiye’de şeriat hükümlerinin hakim olmasını canla başla istiyorlar; sırf dört kadına sahip olmak için. Bu, benim düşüncem olmakla birlikte, Müdür Başyardımcısı Cemal Beyin bir sohbetimizde Müdür ve yardımcılarını kastederek söylediği, “Hocahanım, ben akşama kadar bunların içindeyim; emin olun tek düşündükleri, şeriat gelirse dört kadın alacağız, hayali. İslamı yaşamak istediler de ellerini mi tuttuk, İslamın bütün gereklerini yerine getirdiler de sıra dört kadın almaya mı geldi.” sözleriyle ve yaşantılarım, gözlemlerimle doğruluğu sabit olan bir değerlendirme. İslamiyeti cinsel arzularına alet etmek isteyen, okullarda kadın öğretmenlerin selamını almayan, elini sıkmayan  bu sapıklar, ‘gün uğursuzun’ düsturuyla bugün her yerdeler. Korku filmi gibi, amip gibi, kanser hücresi gibi durmaksızın çoğalıyorlar çoğalıyorlar ama onlarcasını korkutmaya “höt” diyen bir cesur yürek yetiyor. Ben bu okuldaki tek cesur yürektim ve Don Kişot gibi tek başıma yel değirmenlerine karşı yılmadan savaştım.

          Önceki okulumdaki Müdür, ben nasıl olsa ‘Vatan, Millet, Sakarya’ diyerek olağanüstü çalışıyorum, beni gaza getirmek için ödüle gerek yok, inancıyla, benimle aynı düşünceleri paylaşmasına rağmen, ilde yılmaz Atatürkçü olarak bilinen beni ödüle aday göstererek kariyerini tehlikeye atmaya, riski göze almaya gerek olmadığını düşündü ve Başmuavinden duyduğuma göre, teneffüslerde sigara molasını iki katına çıkaran, derslere zorla giren resim öğretmenini gayretlendirmek için, aylıkla ödüllendirmeye aday göstermişti. Yirmi yıl  önce  görev yaptığım Erzurum’da her daim gözleri çapaklı, yobazın önde gideni Müdür
          Başyardımcısı da, “Hocahanım, haklısınız, aylıkla ödüllendirme sizin hakkınız ama Nermin Hanımın sizin yaşınız kadar hizmeti var.” diyerek sırf türbanlı diye, okulda hiçbir varlık göstermeyen o kadını aday gösterdiklerini söylememiş miydi? Karısı ve kızı kara çarşaflı Okul Müdüründen, okulda kütüphane kuran, tüm sosyal etkinlikleri yapan, duvar gazetesi çıkaran beni aylıkla ödüllendirmeye aday göstermesini
         beklemek ne saflıkmış. Daha önce Ankara Pamuklar İlköğretim Okulunda, göreve başlayalı iki ay olan Din Kültürü Öğretmeni aylıkla ödüllendirilmemiş miydi; şimdi bunların tekerine çomak sokmanın ne gereği vardı !!!

          Bu defa susmayacaktım; Milli Eğitim Müdür Yardımcısıyla görüştüm, durumu anlattım; adam, haklısınız, merak etmeyin bu yıl telafi ederiz, okul müdürünüzle görüşeceğim, dedi ve ben onun sözlerine güvenerek, yıllardır hakkım olduğu halde birtakım hesaplarla başkalarına verilen ödülün bu yıl bana verileceğine emin oldum. Yanılmışım, kişisel çıkar her dili konuşur, her kılığa girer, diye boşuna dememiş bir düşünür. İnsanoğlu çiğ süt emmiş; hele Türkiye’de haklı olanın değil, güçlü olanın yanında yer almak genel kural. Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerinin yargılandığı bir süreçten geçiyoruz ve ben de nasibimi aldım. Hak ettiğim ödüle aday gösterilmeyişimin tek nedeni, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi düşünceleri savunmam ve okulda bu yönde etkinlikler yapmamdır. Önceki okulumda ‘Atatürk Fotografları ve Kitapları Sergisi’ açtığım zaman Okul Müdürüne, sergiyi yerel basına haber vereceğimi söylediğimde kabul etmemiş, serginin gizli kapaklı kalmasını istemişti. Adında CUMHURİYET olan bu okulumda aynı sergiyi açtığımda da, kendilerinden yazılı duyuruyla yardımcı olmalarını istediğim öğretmen arkadaşların, Okul İdaresinin korkusuyla sinmiş;  Okul İdaresi de, yardımcı olmak şöyle dursun, pek çok zorluk çıkarmış, ben her zorluğa göğüs gerip sergiyi açınca da, sergiyi ziyaret bile etmemiş,  görmezden gelmişti. Okulun internet sitesinde öğrencilerin basit el işlerinin fotografları yer alırken,  görkemli Atatürk Sergisinden  tek fotograf konmamış; İdareye rağmen benim çağrımla okula gelen yerel televizyon muhabirine, ben dersteyken,  okulda olmadığım söylenmiş; muhabir çekim yapmadan gitmişti.  Muhabiri ısrarla yeniden çağırdım; çekim yaptı ve sergimiz akşam haberlerinde oldukça uzun bir şekilde benim açıklamalarımla verildi. Çıkardığım CUMHURİYET ÇOCUKLARI adlı okul dergisinde sergi fotograflarını tam sayfaya koydum. Elbette bana ödül vermez bu adamlar; gün uğursuzun !!!

          Bu işin peşini bırakmaya hiç niyetim yok. Bu memlekette Atatürkçü olmak suç sayılıyor artık. İdari kadrolar, ‘gün uğursuzun’ olduğu sürece Atatürk’le ilgili çalışmaları, henüz değiştiremedikleri, uymaya mecbur oldukları Yönetmelik gereği def-i bela kabilinden zoraki yapacaklar ama kafalarına göre takılmaya devam edecekler. Okulardaki sendikalı  öğretmenler, aman İdareyle ters düşmeyim, ders programımı bozmasın, beni evime yakın okulumdan sürmesin, diyerek, üç maymunu oynayacak; memleket talan edilirken, tufandan ne kapabilirim, anlayışıyla sus pus olacaklar. Okulun Eğitim-İş Sendika temsilcisi, “Çoğunluk bizde, İdarenin antidemokratik ve antilaik uygulamalarına karşı toplantılar yapalım, İdareye baskı uygulayalım.” Sözüme karşılık, “Hocahanım, devir onların devri; sıra bize de gelecek.” dememiş miydi !!! Kırpık bıyıklı adamlar Türkiye Cumhuriyetinin okullarında, babalarının çiftliği gibi cirit atıyor; köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar. Benim ders dışı etkinliklerimin onda birini bile yapmayan silik şahsiyetler aylıkla ödüllendiriliyor; bu yıl da ödül, muavinin başı bağlı karısına verilmiş. Aylıkla ödüllendirmeyi intikam alma, Atatürkçü öğretmenleri cezalandırma amacıyla kullanıyor mürteci kadrolar.

         Çalıştığım her okulda tiyatro, şiir dinletisi, kütüphane kurulması, zenginleştirilip nöbet sistemiyle işler hale getirilmesi; tören ve milli bayramlarda öğrencilerin ilgisini çeken coşkulu programlar; duvar gazetesi, okul dergisi, kitap okumanın yaygınlaştırılması için kampanyalar; ödüllerini cebimden karşıladığım Kitap Kurdu Yarışması; il genelinde şiir ve kompozisyon yarışmalarına öğrenci hazırlama gibi pek çok ders dışı etkinliği, evime, çocuklarıma ve kendime ayırmam gereken zamanlarda gerçekleştirdim. Bunların yanında, ailelerinin liseye göndermediği kızlar için mücadele ettim; üç kızımın velisi oldum, tüm masraflarını üstlenerek liseye yazdırdım. O okulda olmamama rağmen, kızlarımın veli toplantılarına katıldım, öğretmenleriyle görüştüm, başarılarını takip ettim, sorunlarını çözmeye çalıştım.

         


Elbette bütün bunları ödül almak için yapmadım ama görev yaptığım her okulda ödül benim hakkımken, Din Kültürü öğretmenlerine veya türbanlılara verildi. Ödüllendirme mekanizması, öğretmeni teşvik etmek için değil, Atatürkçü öğretmenleri yıldırmak amacıyla kullanılıyor; göreve başladığımdan beri bu böyle. Ben bugüne kadar özverili çalışmalarımı hep okul idaresinin çıkardığı zorluklara rağmen gerçekleştirdim; ödülün bana değil de hak etmeyen kişilere verilmesi beni yıldıramadı. Erzurum’da bin bir emekle kurduğum okul kütüphanesinin bir gecede mescide dönüştürüldüğünü hiç unutamam. Sabah okula gittiğimde kütüphaneden çıkarılan çuval çuval kitapları tuvaletin önünde bulmuştum. Ben izlemiyorum ama öğrencilerimden duyduğum Kurtlar Vadisi’ndeki Muro’nun deyişiyle, “Nalet olsun içimdeki insan sevgisine…” Alacağım ödül değil, insan sevgisi, vatan aşkı, meslek aşkı, bağımsızlık tutkusu, Atatürk sevdası yaptırıyor bana bütün çalışmalarımı. Yirmi üç yıllık öğretmen olarak kendimde hala koşturacak enerjiyi buluyorsam, nedeni bunlardır. Önceki okul müdürünün benim için bir tanımlaması vardı: “Hocahanım, ben sizi hiçbir sınıfa tabi tutamıyorum; siz başlı başına bir vakasınız”  Hiç yorulmadan, bıkmadan olağanüstü bir enerjiyle sürekli bir şeyler üretmeme diğer öğretmen arkadaşlar da şaşırırlardı.

          Üç defa emeklilik dilekçesi verip geri almamın altında yatan sebep de, içimdeki insan sevgisidir. Öğrencilerimi görünce bütün sıkıntılarımı unuturum. Yüzlerine bakınca gururla, “Bunlarla neler yapılmaz ki!...” derim. Yorulduğumu hissettiğim zamanlarda onların yüzüne bakmam yetiyor; bu mutluluğun yanında benden esirgedikleri o ödülün değeri ne ki! Bana ödülü, liseye devam ettikleri halde hala ziyaretime gelen öğrencilerim veriyor. Doğum günümü unutmayıp, ellerinde çiçeklerle gelen öğrencilerim, o haram yiyici insan müsveddelerine en güzel cevaptır. Hele bir anım var ki, hala düşündükçe gözyaşlarımı zor zapt ederim. Sınıf öğretmenliğini yaptığım 8/D Snıfı, ben onlara şakadan 8 Deliler derdim, doğum günümde bana sürpriz yapmışlar; sınıfa girdim, masalara düzen verilmiş, evlerden pasta, kek, kurabiye, gazoz getirilip tabaklara konmuş, ortadaki masada yaş pasta, üstünde mumlar … İçeri girmemle başlayan, “İyi ki doğdun Hocam.” nakaratı bir süreden sonra ağız birliği etmişçesine, “İyi ki doğdun Anne” sözüne dönüştü; o kadar duygulandım ki, ağlamamak için kendimi zor tuttum. En büyük mutlulukların parayla satın alınamayanlar olduğuna inanmışımdır hep …

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder