18 Aralık 2008 tarihli günlüğüm
Haftalardır
büyük bir heyecanla Milli Eğitimde aylıkla ödüllendirilen öğretmenlerin
listesinin internette yayınlanmasını bekliyordum. Adımın listede olduğundan hiç
şüphem yoktu. Bu akşam liste yayınlandı ve adım yoktu. Şaşkınlıktan ziyade,
dehşet duygusuydu hissetiğim. Ortaçağ
kafalı gerici zihniyet, irticacı kadro devleti ağ gibi sarmış; kimseye hesap
vermeden keyfi davranabiliyor, sanki kendi istekleriymiş gibi, Amerikan
emperyalizminin istediği Türkiye’yi yaratmak için dört bir yandan
saldırıyorlar. Haklarını yemeyelim, kendileri de Türkiye’de şeriat hükümlerinin
hakim olmasını canla başla istiyorlar; sırf dört kadına sahip olmak için. Bu,
benim düşüncem olmakla birlikte, Müdür Başyardımcısı Cemal Beyin bir
sohbetimizde Müdür ve yardımcılarını kastederek söylediği, “Hocahanım, ben
akşama kadar bunların içindeyim; emin olun tek düşündükleri, şeriat gelirse
dört kadın alacağız, hayali. İslamı yaşamak istediler de ellerini mi tuttuk,
İslamın bütün gereklerini yerine getirdiler de sıra dört kadın almaya mı
geldi.” sözleriyle ve yaşantılarım, gözlemlerimle doğruluğu sabit olan bir
değerlendirme. İslamiyeti cinsel arzularına alet etmek isteyen, okullarda kadın
öğretmenlerin selamını almayan, elini sıkmayan
bu sapıklar, ‘gün uğursuzun’ düsturuyla bugün her yerdeler. Korku filmi
gibi, amip gibi, kanser hücresi gibi durmaksızın çoğalıyorlar çoğalıyorlar ama
onlarcasını korkutmaya “höt” diyen bir cesur yürek yetiyor. Ben bu okuldaki tek
cesur yürektim ve Don Kişot gibi tek başıma yel değirmenlerine karşı yılmadan
savaştım.
Önceki
okulumdaki Müdür, ben nasıl olsa ‘Vatan, Millet, Sakarya’ diyerek olağanüstü
çalışıyorum, beni gaza getirmek için ödüle gerek yok, inancıyla, benimle aynı
düşünceleri paylaşmasına rağmen, ilde yılmaz Atatürkçü olarak bilinen beni
ödüle aday göstererek kariyerini tehlikeye atmaya, riski göze almaya gerek
olmadığını düşündü ve Başmuavinden duyduğuma göre, teneffüslerde sigara
molasını iki katına çıkaran, derslere zorla giren resim öğretmenini
gayretlendirmek için, aylıkla ödüllendirmeye aday göstermişti. Yirmi yıl önce
görev yaptığım Erzurum’da her daim gözleri çapaklı, yobazın önde gideni
Müdür
Başyardımcısı
da, “Hocahanım, haklısınız, aylıkla ödüllendirme sizin hakkınız ama Nermin
Hanımın sizin yaşınız kadar hizmeti var.” diyerek sırf türbanlı diye, okulda
hiçbir varlık göstermeyen o kadını aday gösterdiklerini söylememiş miydi?
Karısı ve kızı kara çarşaflı Okul Müdüründen, okulda kütüphane kuran, tüm
sosyal etkinlikleri yapan, duvar gazetesi çıkaran beni aylıkla ödüllendirmeye
aday göstermesini
beklemek
ne saflıkmış. Daha önce Ankara Pamuklar İlköğretim Okulunda, göreve başlayalı
iki ay olan Din Kültürü Öğretmeni aylıkla ödüllendirilmemiş miydi; şimdi
bunların tekerine çomak sokmanın ne gereği vardı !!!
Bu
defa susmayacaktım; Milli Eğitim Müdür Yardımcısıyla görüştüm, durumu anlattım;
adam, haklısınız, merak etmeyin bu yıl telafi ederiz, okul müdürünüzle
görüşeceğim, dedi ve ben onun sözlerine güvenerek, yıllardır hakkım olduğu
halde birtakım hesaplarla başkalarına verilen ödülün bu yıl bana verileceğine
emin oldum. Yanılmışım, kişisel çıkar her dili konuşur, her kılığa girer, diye boşuna dememiş
bir düşünür. İnsanoğlu çiğ süt emmiş; hele Türkiye’de haklı olanın değil, güçlü
olanın yanında yer almak genel kural. Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerinin
yargılandığı bir süreçten geçiyoruz ve ben de nasibimi aldım. Hak ettiğim ödüle
aday gösterilmeyişimin tek nedeni, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi düşünceleri
savunmam ve okulda bu yönde etkinlikler yapmamdır. Önceki okulumda ‘Atatürk
Fotografları ve Kitapları Sergisi’ açtığım zaman Okul Müdürüne, sergiyi yerel
basına haber vereceğimi söylediğimde kabul etmemiş, serginin gizli kapaklı
kalmasını istemişti. Adında CUMHURİYET olan bu okulumda aynı sergiyi açtığımda
da, kendilerinden yazılı duyuruyla yardımcı olmalarını istediğim öğretmen
arkadaşların, Okul İdaresinin korkusuyla sinmiş; Okul İdaresi de, yardımcı olmak şöyle dursun,
pek çok zorluk çıkarmış, ben her zorluğa göğüs gerip sergiyi açınca da, sergiyi
ziyaret bile etmemiş, görmezden
gelmişti. Okulun internet sitesinde öğrencilerin basit el işlerinin
fotografları yer alırken, görkemli
Atatürk Sergisinden tek fotograf
konmamış; İdareye rağmen benim çağrımla okula gelen yerel televizyon
muhabirine, ben dersteyken, okulda
olmadığım söylenmiş; muhabir çekim yapmadan gitmişti. Muhabiri ısrarla yeniden çağırdım; çekim
yaptı ve sergimiz akşam haberlerinde oldukça uzun bir şekilde benim
açıklamalarımla verildi. Çıkardığım CUMHURİYET ÇOCUKLARI adlı okul dergisinde
sergi fotograflarını tam sayfaya koydum. Elbette bana ödül vermez bu adamlar;
gün uğursuzun !!!
Bu işin peşini bırakmaya hiç niyetim
yok. Bu memlekette Atatürkçü olmak suç sayılıyor artık. İdari kadrolar, ‘gün
uğursuzun’ olduğu sürece Atatürk’le ilgili çalışmaları, henüz
değiştiremedikleri, uymaya mecbur oldukları Yönetmelik gereği def-i bela kabilinden
zoraki yapacaklar ama kafalarına göre takılmaya devam edecekler. Okulardaki
sendikalı öğretmenler, aman İdareyle
ters düşmeyim, ders programımı bozmasın, beni evime yakın okulumdan sürmesin,
diyerek, üç maymunu oynayacak; memleket talan edilirken, tufandan ne
kapabilirim, anlayışıyla sus pus olacaklar. Okulun Eğitim-İş Sendika
temsilcisi, “Çoğunluk bizde, İdarenin antidemokratik ve antilaik uygulamalarına
karşı toplantılar yapalım, İdareye baskı uygulayalım.” Sözüme karşılık, “Hocahanım,
devir onların devri; sıra bize de gelecek.” dememiş miydi !!! Kırpık bıyıklı adamlar
Türkiye Cumhuriyetinin okullarında, babalarının çiftliği gibi cirit atıyor;
köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar. Benim ders dışı etkinliklerimin onda
birini bile yapmayan silik şahsiyetler aylıkla ödüllendiriliyor; bu yıl da
ödül, muavinin başı bağlı karısına verilmiş. Aylıkla ödüllendirmeyi intikam
alma, Atatürkçü öğretmenleri cezalandırma amacıyla kullanıyor mürteci kadrolar.
Çalıştığım
her okulda tiyatro, şiir dinletisi, kütüphane kurulması, zenginleştirilip nöbet
sistemiyle işler hale getirilmesi; tören ve milli bayramlarda öğrencilerin
ilgisini çeken coşkulu programlar; duvar gazetesi, okul dergisi, kitap okumanın
yaygınlaştırılması için kampanyalar; ödüllerini cebimden karşıladığım Kitap
Kurdu Yarışması; il genelinde şiir ve kompozisyon yarışmalarına öğrenci
hazırlama gibi pek çok ders dışı etkinliği, evime, çocuklarıma ve kendime
ayırmam gereken zamanlarda gerçekleştirdim. Bunların yanında, ailelerinin liseye
göndermediği kızlar için mücadele ettim; üç kızımın velisi oldum, tüm
masraflarını üstlenerek liseye yazdırdım. O okulda olmamama rağmen, kızlarımın
veli toplantılarına katıldım, öğretmenleriyle görüştüm, başarılarını takip
ettim, sorunlarını çözmeye çalıştım.
Üç
defa emeklilik dilekçesi verip geri almamın altında yatan sebep de, içimdeki
insan sevgisidir. Öğrencilerimi görünce bütün sıkıntılarımı unuturum. Yüzlerine
bakınca gururla, “Bunlarla neler yapılmaz ki!...” derim. Yorulduğumu
hissettiğim zamanlarda onların yüzüne bakmam yetiyor; bu mutluluğun yanında
benden esirgedikleri o ödülün değeri ne ki! Bana ödülü, liseye devam ettikleri
halde hala ziyaretime gelen öğrencilerim veriyor. Doğum günümü unutmayıp,
ellerinde çiçeklerle gelen öğrencilerim, o haram yiyici insan müsveddelerine en
güzel cevaptır. Hele bir anım var ki, hala düşündükçe gözyaşlarımı zor zapt
ederim. Sınıf öğretmenliğini yaptığım 8/D Snıfı, ben onlara şakadan 8 Deliler
derdim, doğum günümde bana sürpriz yapmışlar; sınıfa girdim, masalara düzen
verilmiş, evlerden pasta, kek, kurabiye, gazoz getirilip tabaklara konmuş,
ortadaki masada yaş pasta, üstünde mumlar … İçeri girmemle başlayan, “İyi ki
doğdun Hocam.” nakaratı bir süreden sonra ağız birliği etmişçesine, “İyi ki
doğdun Anne” sözüne dönüştü; o kadar duygulandım ki, ağlamamak için kendimi zor
tuttum. En büyük mutlulukların parayla satın alınamayanlar olduğuna
inanmışımdır hep …
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder